21 Ocak 2015 Çarşamba

NAKŞİBENDİLİĞİN ÖZETİ

BELGESEL KANITLARLA
DÜNDEN BUGÜNE NAKŞİBENDİLİĞİN ÖZETİ


1) TARİKATLARIN  İSLAM TARİHİNDE İLK KEZ VARLIK GÖSTERMEYE BAŞLAMASI:

İslam tarihinde tasavvuf esasen çeşitli din ve inanışların bir sentezi olarak peydahlanmıştır. Ümmet olarak tarihimiz bu gelişmeye, Hz. Peygamber (sav)'den Yaklaşık ikiyüz yılı sonra ancak tanık olabilmiştir. İslam'da ruhi hayat,  zühd ve takva ile ifade edilir. Nevar ki başta Ashab arasındak ortaya çıkan siyasi çekişmeler olmak üzere, fetihlerin ve açılımların etkisiyle İslâm zühdü zaman içinde gerçek bir mistik muh­tevaya kavuşarak tasavvuf denilen akım ortaya çıkmıştır. Tasavvufu islam dünyasına dolaylı olarak taşıyan nedenler arasında şu 6 önemli hadiseyi gösterebiliriz:

Hz. Osman'ın şehid edilmesi (H. 656) ile birlikte gelişen fitneler ve Hz. Ali ile Muaviye arasında patlak veren Sıffin savaş (H. 38). Bu gelişmeler ta başta İslam toplumunu 4 gruba böldü: a) Alİ'ciler (İlk Şiiler), b) Muaviyeciler, c) Hariciler, d) Zahidler. (İlk zahidler: Ebuzer el-Ğifari, Said b. Müseyyeb, Said b. Cübeyr, Malik b. Dinar, Üveys Karani, Hasan Basri ve İbn Sirin'dir. İkinci Grup Zahidler: Ebu Haşim es- Sufî, Abdullah b. Mubarek, Ebu Suleyman ed-Darani'dir. Üçüncü Grup Zahidler: Mâ'rûf-i Kerhi (öl. 815), Zünnûn-ı Mısri (öl. 860), Seriyy-i Sakatı (öl. 865), Cüneyd-i Bağ­dadi (öl. 910),)...

-         İran ve Uzakdoğu'nun Fethi, Budizm ve çeşitli dinlerle temas;
-         Hz. Hüseyn'in Şahadeti (H. 61);
-         Abbasilerin ilk döneminde refahın yükselmesi, sınıf farklarının ortaya çıkması ve Ebu Said El-Cennabi adında İranılı bir ateist öncülüğünde başlayan Karmatiyler isyanı (H. 890'dan itibaren 200 yıl devam etti)
-         Yunan felsefesinin arapçaya tercümesi ve ilmi çalışmalar.
-         Mezhepçilik ve milliyetçilik (Mu'tezililik, Sünnilik, İhwanussafa hareketi)

---------------------------------------------
 2) TARİKATLARIN TEMEL KAYNAĞI

Tarikatların temel kaynağı kesinlikle İslam değil, tasavvuftur. Bunun birçok açık ve belgesel kanıtları mevcuttur. Bunun en çarpıcı belgesi ise, bizzat tarikatçıların bunu her fırsatta vurguluyor olmasıdır. Ancak onlar, tasavvufun da İslam'dan doğduğunu ileri sürmektedirler ki bunu hiç bir zaman kanıtlayamazlar.

Tasavvufu İslam'a mal etmek için çok çeşitli iddialar mevcuttur. Ancak bunların hiç birinin bilimsel değeri yoktur. Bu ismin temelde yunanca olduğu zaten meseleyi çözüme kavuşturmaktadır.

İslam: vahye dayalı, insan ruhunu derinden etkileyen ve onu doyuran bir inanç kurumu, siyasal ve sosyal yapılanmaya önem veren evrensel bir ahlak, yönetim ve yaşam biçimidir.

Tasavvuf ise: İnsanı bireyselleştiren, aktif yaşamla ilişkisini tamamen kesen, pasif ve meditativ bir düşünme tarzıdır.  
---------------------------------------------
3) NAKŞİLİĞİN OLUŞMAYA BAŞLAMASI

Bu tarikatın çağdaş taraftarları ve fanatikleri Nakşiliğin ta Ashab dönemine dayandığını ileri sürmektedirler. Bunu asla kanıtlayamazlar.

Bu akım, esasen tarikatın kurucusu olarak ileri sürülen M. Bahauddin Buhari (1318-1389)'den yaklaşık 60 yıl sonra bu adı almıştır. Bunu Raşahat adlı kitaptan rahatça çıkarabiliyoruz. En azından şunu söyleyebiliriz: Nakşiliğin ilk yazılı kaynağı olan Raşahat'da bu tarikatın M. Buhari tarafından kurulduğuna ilişkin bir tek kelime bile bulunmamaktadır. Oysa kitap sözde Nakşi ruhanilerinin biyografilerinden oluşmaktadır. Bu ise bir çelişkidir.

Bu kitap 1462-1533 yılları arasında yaşamış olan Ali b. Hüseyn el-Vaiz el-Kâşifi el-Beyhaqi tarafından farsça kaleme alınmıştır. İzmir Kadısı, Trabzonlu Muhammed Ma'ruf b. Muhammed eş-Şerif el-Abbasî tarafından III. Sultan  Murad zamanında (H. 993/M. 1585 yılında) Türkçe’ye çevrilmiştir.

---------------------------------------------
4) NAKŞİLERE GÖRE TARİKATIN EVRELERİ

Nakşiliğin hangi evrelerden geçtiği hakkında esasen Nakşibendiler tarafından verilen bilgiler sayesinde ulaşabiliyoruz.  Bu bilgiler arasında özellikle «silsile-i sâdât» dedikleri ruhaniler zinciri bize önemli ipuçları vermektedir. Bunları belli bir sistem içinde şöyle sıralayabiliriz:

Çağımızın Nakşibendileri, Hz. Ebubekir (571-634)'den başlamak üzere, Halid Bağdadi'ye kadar (yani 200 yıl öncesine kadar),  29 kişinin, birbirine (icazet, el verme, ruhaniyetinden yararlandırma, üveysilik... gibi) birtakım özel sırları devir teslim ederek tarikatı zamanımıza ulaştırdıklarını ileri sürmektedirler.  Bu iddia ciddi çelişkilerle doludur ve İslam'ın evrensel ruhuna aykırıdır. Bu çelişkileri şöyle sıralayabiliriz:


a) Hz. Ebubekir'in bile rabıta yaptığı ileri sürülmektedir.

b) İslam'da, Allah'ın ve Peygamberin emirlerini gizli tutmak, onları tekelleştirmek ve sömürüye alet etmek suçtur. Peygamberlerin çok önemli 5 sıfatı vardır: Sıddık, emanet, Ismet, fetanet, tebliğ... Dolayısıyla hiç bir ilahi açıklamayı ümmetten ve insanlıktan gizli tutamazlar!

c) Ashab ve tabiinden bazı şahsiyetler ile tasavvuf, tarikat ve Nakşilik arasında ilişkiler kurulmaktadır. Ancak bunu açık biçimde ifade etmekten çekinmektedirler.


d) «Sâdât» dedikleri 29 kişiden ilk 16 kişinin, rabıta, hatmi hwacegân ve hatta Nakşibendilik hakkında tek kelime söylediklerine ilişkin bizzat Nakşibendi kaynaklarında bile herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

e) Rabıta, ilk kez kelime bazında hiyerarşik zincirin 17'nci halkası olan Yakub-i Çarkhi (öl. 1447) tarafından telaffuz edilmiştir. Bu şahıs, -Nakşibendilerin iddialarına göre- tarikatın kurucusu, M. B Buhari'den 58 yıl sonra ölmüştür. Aralarında bir halka vardır.


f)   Tarikatın kurucusu olduğu ileri sürülen; M. B. Buhari, hiç bir yazılı eser bırakmamıştır. Onun, doktrinini, herhangi bir kişiye dikte ettirdiğine ilişkin yine herhangi bir bilgi mevcut değildir. Hatta bu adamın hayali bir kişi olma ihtimali bile vardır.

g) Bu tarikat, en iyimser tahminle, 1400'lerin son yıllarından itibaren Nakşibendi adıyla tanınmaya başlamıştır. Bu tarihten önce böyle bir isme literatürde rastlanmamaktadır.


h)  Nakşibendiler bu tarikatın tarih boyunca 8 ad değiştirdiğini ileri sürmekte ve bu adları şöyle sıralamaktadırlar: 1) Sıddıyqiyye, 2) Tayfuriyye, 3) Khuwacegâniyye, 4) Nakşibendiyye, 5) Ahrariyye, 6) Muceddidiyye, 7) Mazhariyye, 8) Khalidiyye... Bunu ne İslam'ın ne de bilimin ölçüleriyle asla kanıtlayamazlar.

i)   Her birinin, çok ünlü birer şahsiyet olduklarını ileri sürdükleri bu 29 kişilik zinciri oluşturanlar arasında organik bir bağ kurmak mümkün değildir. Örneğin:

Hz. Ebubekir, Selman-ı Farisi, Qasım b. Muhammed ve Cafer-i Sadık, Kur'an ve Sünnet ilkeleriyle sınırlı, arı İslam'ın mensupları ve temsilcileri idiler. Arap asıllıdırlar, Hint mistisizmi, İran Zerdüşizmi ve Şamanlıkla ilgilendiklerine ilişkin hiç bir kanıt yoktur. Ayrıca ilk ikisi sahabi, son ikisi de selef alimlerinden hukukçu ve bilgindirler. Hayatlarında mistisizmin hiç bir izi yoktur.

j)   Hiyerarşik zincirin sözde 5 inci halka olan Beyazid-i Bestami (öl. H. 263), Mecusi bir aileden gelen, pers kökenli, şaibeli, farsça konuşan ve hiç bir eser bırakmamış olan biridir. (İmam Zehebi'nin El-Mizan adlı eserinin: 40'ıncı cilt, s. 10'da naklettiği ona ait şu sözleri çok ilginçtir: «Subhani ma a'zama şa'ni»).Hayatı söylentilerden ibarettir. Nakşibendiler bu şahsın Cafer-i sadık'tan istifade ettiğini ileri sürerler. Oysa Bestami, Cafer-i Sadık'tan 40 yıl sonra dünyaya gelmiştir. Tarikatçılar bu zaman boşluğuna bir mazeret bulabilmek için «Üveysilik» diye bir kavram üretmişlerdir. Bu inanç ise Yahudilikten alınmadır. İslam'da yeri ve kanıtı yoktur.

k) Çok meşhur oldukları sanılan ve Nakşibendiler tarafından «sâdâtımız» (yani efendilerimiz) diye olağanüstü efsanelerle yüceltilen 29 kişiden Ashab, tabiiler ve son Nakşi şeyhleri hariç, Bestami'den Dehlevi'ye kadar 24 kişi çok sıradan insanlardır. Bunların hemen tamamı eğitimsiz kişilerdir. Bunların bazısı hayali şahıslar da olabilir. Nitekim El Hadikatul wardiyya adlı kitabın yazarı tarafından safça ve adeta ağızdan kaçırılmış gibi söylenen bazı sözler bunu kanıtlamaktadır. Yazar kitabının ilk sayfasında şunları kaydatmektedir:
»وسمعتُ أسماءَ ساداتِ سلسلةِ الطريقةِ الجليلةِ، جعلتُ أتشوَّفُ للوقوفِ على تراجُمِ أحوالِهم المقدّسةِ مدّةً غيرَ قليلةٍ، وَإِذْ لَمْ أَرَهَا مُجتَمَعةً باللّغةِ العربيّة في كتابٍ واحدٍ؛ لأنّ أكثرَهم من بلادِ الفُرسِ والهندِ وتلكَ المعاهد«.

Bu sözlerin Türkçeye yaptığım çevirisi şöyledir:

Yüce tarikat silsilesinin sadatının adlarını hep duyardım. Uzun zaman onların mukaddes hayat tercümelerini öğrenmeye can attım. Fakat onları, Arapça ve bir tek kitap içinde bulamadım. Çünkü onların çoğu Fars ülkesi, Hindistan ve civarının halklarındandırlar.
 ---------------------------------------------
5) NAKŞİBENDİLİĞİN OLUŞUM SÜREÇLERİ

Nakşibendi tarikatı, gerçekte Ahmed Yesevi (öl. 1166)'nin kurduğu Yeseviliğin devamıdır. Yesevilik ise Budizm'in Mahayana Mezhebi üzerine kurulan ve kısa bir süre İslam'a mal edildikten sonra ortadan kaybolan Minhac-ı Hakikat tarikatının devamı olduğu sanılmaktadır. Yesevilik, daha sonra biri Bektaşilik, öbürü ise Nakşibendilik olmak üzere iki ayrı tarikat olarak devam etmiştir. Yeseviliğin kendisi, kısmen Şamanlıktan fakat büyük ölçüde Budizm'den ilhamını almıştır. Birbirine son derece aykırı bu iki tarikata ayrılmış olması Yeseviliğin sırrını ortaya sermekte ve bu tarikatın temelde İslam'la hiç bir ilişkisinin bulunmadığını kanıtlamaktadır. Bektaşiliğin, Allah, Peygamber, kitap, Ahiret, Cennet ve cehennem gibi hemen hiç bir Kurânî değere önem vermemesi, insan sevgisini ve sınırsız hoşgörüyü ön plana çıkararak bütün kutsal değerleri bu felsefe ile bastırmak suretiyle onları spekülatif bir şekilde zihinlerden silmeye çalışması onun esin kaynağı olan Yeseviliği de deşifre etmektedir.

Dış gürünüşü itibariyle oldukça yanıltıcı izlenimler veren Nakşibendilik ise, söylemlerinin bir çoğunda Kitap ve Sünneti ön plana çıkardığı için, yüzyıllar boyu eğitimsiz geniş kalabalıklardan içyüzünü gizlemeyi başarabilmiştir.

Nakşilik, Esasen Raşahatın yazıldığı 1462-1533 yılları arasında ilk kez konuşulmuştur. Bu tarihten önce Nakşibendi Tarikatı hakkında yazılı bilgi veren herhangi bir kaynak yoktur.

Tarikat, Miladi bininci yılın sonuna kadar sadece Türkistan'da pek geniş olmayan bir muhitte sınırlı kalmıştır. Daha çok Buhara civarına yayılmıştır. Bininci yılın sonlarına doğru Hindistan'a sıçrama yapmıştır. Nakşibendilik, zaten baştan beri Hint dinlerinden etkilenerek yapılanmıştı.

Nakşilik, Hindistan'da tutunduktan sonra daha çok meditativ bir nitelik kazandı. Hatm-i Khuwajagân ayininin bu dönemde tarikata yerleştirildiği sanılmaktadır. Ancak bu konuda Halid Bağdadi'ye kadar hemen hiç bir bilgi yoktur.

Nakşilik, Halid Bağdadi'ye kadar Uzak doğuda sınırlı kalmıştır. Bağdadi tarafından getirilen tarikat 1811'den sonra Osmanlı toplumuna aşılanmıştır.
---------------------------------------------
6) NAKŞİBENDİLİĞİN KAYNAKLARI

Nakşiliğin ilk ve en önemli kaynağı Raşahat adlı kitaptır. (Biraz önce bahsedildi). Bu kitap farsça kaleme alınmıştır. İlk nüshasının nerede olduğu bilinmemektedir. İzmir Kadısı, Trabzonlu Muhammed Ma'ruf b. Muhammed eş-Şerif el-Abbasî tarafından III. Sultan  Murad zamanında (H. 993/M. 1585 yılında) Türkçe’ye çevrilmiştir.

Ondan sonra Rabbani'nin çağdaşı olan Tacuddin Zekeriya b. Sultan (öl. H. 1050) adlı bir Hintli Nakşi şeyhinin yazdığı; Adabu'l-Meşiha wal Muridîn, adlı kitap gelmektedir.

Rabbaninin mektupları da tarikatın önemli bir kaynağı sayılır. Bunlardan sonra esas Halid Bağdadi'nin 1811'de Hindistan'dan döndükten sonra kaleme aldığı Rabıta risalesi Nakşibendiliğe yeni bir çehre kazandırmıştır. Işıkçı Nakşibendiler bu kitaba çok büyük önem vermekte ve sık sık baskısını tekrar ederek yaymaya çalışmaktadırlar.  

Halid Bağdadi'den sonra bu tarikatı propaganda eden çeşitli Türkçe ve arapça kitaplar yayınlanmıştır. Bunların Arapça olarak yazılmaş en önemlileri: Muhammed bin Abdullah el-Khani'nin, «El-Behcetusseniyye», torunu Abdulmecid El-Khani'nin «El-Hadiyqa'tul- Wardiyya» ve Halid Bağdadi'nini yeğeni, Mahmud Saib'e ait «Nuru'l-Hidayeti wa'l-İrfan» adlı kitaplardır.

---------------------------------------------
7) NAKŞİBENDİLİĞİN KURALLARI:

Nakşibendiliğin 11 ilkesi:
Bi'at:
Rabıta:
Hatm-ı Khuwacegan
Zikr-i Khafiy
«Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır». Tenwiru'-Qulub s. 525
---------------------------------------------
8) NAKŞİBENDİLİKTE ÇELİŞKİLER

* Bu tarikatın eski şeyhleri pek tanınmaz sıradan birer derviş, ya da muskacı tiplerdi. Aralarında duvar ustası, saksıcı ve güreşçi olanlar da vardı. Şimdiki şeyhler saltanat sahibi birer kral gibidirler. Bu büyük bir çelişkidir. (Işıkçı Nakşibendiler tarafından yayınlanan 18 ciltlik İslam alimleri Ansiklopedisi içinde Nakşi şeyhlerine ait biyografiler incelendiğinde bu çelişkilerin yüzlerce örneğini çarpıcı bir biçimde görmek mümkündür. )

* Genelde sevgi, saygı ve bağlılık gibi konuları çok sık işledikleri, her gün ve her münasebette Allah sevgisinden ve Allah korkusundan sürekli söz edip durdukları sanılmaktadır. Peki, neden İslam ümmetinin tüm mensuplarını sevmez, Afganistan, Irak, Filistin, Çeçenistan, Filipin, Sincan ve Somali'de zulme uğrayan müslümanlar hakkında neden bir tek kelime bile konuşmazlar? İslam vatanını bugün işgal altında tutan yahudi-Hıristiyan işbirlikçi güçlerini neden kınamazlar? Bu büyük bir çelişki değil mi?

* Tevazu ve gönül alçaklığından sürekli söz ederler. Bu konuda bitmez tükenmez öğütler verirler. Öyle ise şeyhler neden hiç kimse ile ilgilenmez, hiç bir perişan insanın halini sormaz, hiç bir hastayı ziyaret etmez, dışarıya çıkmaz, hizmetlerindeki lüks arabaya kadar birkaç metrelik yolu bile etten duvarlar arasında yürürler!

* Onlara isnad edilen asılsız kerametlerden niçin hoşlanır, onları neden yalanlamazlar?

* Ayin sırasında böğüren anıran tuhaf sesler çıkaran müritlerini neden uyarmazlar bu adamlar acaba neden böyle ses çıkarırlar?

* Nakşibendi mollaları, neden 20 yıl kadar sadece Arap dil grameri öğrenir, yüzlerce arapça gramer kuralını ezberlerler; buna rağmen neden bir bedeviyle dahi Arapça birkaç cümle konuşmayı beceremezler. Neden bozuk, demode olmuş, yontulmuş, karanlık dönemlerden kalma yararsız bir eğitim geleneği üzerinde ısrar ederler?

Birkaç tanesinin konusu mantık ve belagat, ancak çoğu gramer kurallarıyla tıkıştırılmış kitaplarının adları şöyledir:

*       TASRîF
*       EMSİLE
*       BİNÂ
*       MAKSUD
*       İZZÎ
*       AWAMİLİ-CÜRCÂNÎ
*       AWAMİLİ-BİRGİWİ
*       ZURÛF
*       TERKîB
*       SUDULLAH-I SAGIYR
*       ŞERHU’L-MUĞNİ
*       SA’DUDDÎN
*       HALLU’L-MEAQID
*       HALLU MUŞKİLÂTİ’L-İŞARÂT
*       SA’DULLAH-I KEBîR
*       NETÂİCU’L-EFKÂR (
*       ŞERHU ELFİYE
*       MOLLA CÂMÎ (El-Fewâidu’d-Dıyâiyye)
*       İSAĞÛCİ
*       SEMKATİ
*       QAWLU AHMED (Kawlahmed)
*       HAŞİYETU ABDİLGAFÛR
*       RİSALET’UL-WAD’
*       MUNÂZARA
*       ŞERHŞEMSİ
*       MUKHTASARU’L-MAÂNÎ
Son derece ilginçtir ki bu kitapların hiç biri arap ülkelerinde tanınmamakta ve okutulmamaktadır.

* Nakşibendi şeyhleri neden hiç bir konferansa, hiç bir sempozyuma, İslam ümmeti için önem taşıyan hiç bir toplantıya katılmazlar; neden  bu ümmetin dertleriyle dertlenmezler?

* Siyasetten uzak durdukları izlenimini verirken bu şeyhlerin cemaatleri neden siyasi partilerin birer oy deposu işlevini görmektedir? Bu cemaatlerle partiler arasındaki ilişkiler neden gizli yapılmaktadır, bu görüşmelerde acaba neler konuşulmakta ve kimlere, ne gibi çıkarlar sağlanmaktadır? Neden topluma bu konuda herhangi bir açıklama yapılmamaktadır?

* 30 Kasım 1925 tarih ve 677 sayılı kanunla Türkiye’de bütün tekke ve zaviyeler kapatılmış ve yasaklanmış olmasına rağmen neden Nakşi tekkeleri serbest şekilde faaliyet göstermekte ve dolup taşmaktadır?

* Tarikat şayhleri, kendi tarikatlarına ait ilkelerin, merasim ve aiynlerin, gelenek ve anlayışların geçmişini ve kaynaklarını nadan araştırmazlar? Araştıranlara karşı neden düşmanlık beslerler, bu konuda neden hiç bir diyaloga, hiç bir tartışmaya yanaşmazlar?

* Çağdaş Nakşibendi şeyhlerinin hiç biri, vahdet-I vücut, vahdet-i şuhud, fenafillâh, bekabillah ve marifetullah gibi kavramlar hakkında neden bir tek kelime bile söz etmemektedirler?

*  Tarikat şeyhleri neden birbirlerinin bölgesini fethetmeye, birbirlerinin mensuplarını ayartmaya çalışmaktadırlar? Hatta birbirlerine karşı neden kin ve düşmanlık gütmektedirler? Müslümanların hepsi kardeş değil midirler? (Küfreviler-Tağiler, Cizre'li Şeyh Kadri-Şeyh Seyda, Ömer Öngüt-Öbür Nakşibendiler'den bu konuda çarpıcı örnekler vermek mümkündür.)

* Nakşibendiler neden evliyaların, peygamberlerden daha üstün olduğuna inanır fakat bu inancı (müritleri de dahil) herkesten gizlerler?

* Nakşibendi şeyhleri neden son zamana kadar tarikatın 11 ilkesini halktan gizlediler?

* Her Nakşibendi şeyhi neden müritlerinin başka şeyhlere bağlı müritlerle samimi olmasını yasaklamaktadır? Çünkü bir tarikatta şeyhlere mahsus kuralların 14'üncüsüdür. (Bkz. Tenwiru'l-Qulub s. 526)

* Nakşibendi şeyhleri (Muhammed Abduh, Cumaluddin Afgani, Reşir Rıza gibi ümmeti büyük gafletten uyandıran) değerli İslam alimlerine neden düşmanlık besler onlara «Ulema-I rüsum» diyerek aşağılarlar? Hayatını İslam için feda etmiş olan şehit Seyyid Kutub gibi değerli şahsiyetleri neden terrorist diye suçlayıp aşağılarlar?

* Kendi şeyhlerine ise sırf Allah'a mahsus olan «Nurussemawâati wearadıyn» sıfatını vermeye nasıl cüret ederler! Kitaba ve sünnete bağlılık, bid'at ve hurafeye kerşı olmak bu mudur? (Bkz. Doğulu bir Nakşi şeyhine ait sözde Hatm-I Khuwajegân )

* Nakşibendiler bu sorulara mantıklı cevaplar bulmalıdırlar.

---------------------------------------------
9) NAKŞİBENDİLİĞİN TUTUNMA NEDENLERİ VE TOPLUMUN YANILGILARI.

Nakşibendilik, 650 yıllık geçmişe sahip bir mistik akımdır. Ondan gerek önce, gerek sonra kurulmu bütün tarikatlar arasında önemli özelliklere ve derin bir decrübeye sahiptir. Bunu şöyle özetleyebiliriz:

* Çok sıkı disiplinleri ve insanı kısa zamanda şartlandırıcı psikolojik yöntemleri vardır.

* Kalabalığa çok önem verir. Çünkü kalabalık, kalitesiz bile olsa yeni katılanlar için oldukça etkileyicidir. Bu nedenle kolayca elde edilebilecek insanları önce çekmeye özen gösterir. Örneğin, işi bozulmuş, okuldan kovulmuş, ailesi parçalanmış kimseler, uyuşturucu bağımlıları, alkolikler ve herhangi bir nedenle bunalım içinde bulunan insanlar şeyhin emriyle teşkilatlandırılmış ekiplerce ev sohbetlerinde katılıma hazır hale getirilirler.
* Nakşi şeyhleri, vaktiyle Timuriler sülalesiyle canciğer olan Ubeydullah- Ahrar'dan itibaren siyasetle de ilgilenmiş, siyaset adamlarıyla daima gizli ilişkiler içinde olmuşlardır. Bunun en canlı örneği ise Halid Bağdadi ve onun Şam'daki halifesi Muhammed Khanî'dir. Türkiye'de de bu gelenek devam ettirilmektedir. Hatta, bu ilişkiler için özel teşkilatlar kurulmuş, bu sayede İstiklal Mahkemeleri'nin bütün izlerini silmeye geyret edilmiştir. Devletin kullanabileceği Güçlü Nakşibendi odakları kurdurulmuştur. Bu odaklardan özellikle Güneydoğu'da konuşlandırılan bir tekke derin devlet ekipleri tarafından 1952'den beri özenle korunmakta ve buralardan yararlanılmaktadır. Cumhuriyet dönemi boyunca, Önce komünizme, ondan sonra da Kürt milliyetçiliğine, PKK'ya ve Hizbullah'a karşı bu odaklardan çok istifade edilmiştir. Dolayısıyla İstihbarat örgütleri tarafından bu tarikatın bilhassa Güneydoğudaki odağı büyük destek görmekte, hatta propaganda edilmektedir!

* Nakşibendilikte, göze ve kulağa hitap eden, psikolojiyi etkileyici uygulamalara çok önem verilmektedir: Bu amaçla tertiplenen Hatm-i khuwajegân ayinleri, rabıtalar, zikir meclisleri, sohbetler, keramet anlatımları, «Efendi Hazretlerinin» sözleri, seyahatleri, teveccüh ve tebessümleri, hatta onun en ufak bir bakışı bile uzun uzun yorumlanmakta, bunlardan türlü türlü hikmetler çıkarılmaktadır..

* Hurafe ve batıl inançların, mistik ve spekülatif düşünce akımlarının en fazla etkilediği toplumlar, cahil ve bunalım içinde bocalayan toplumlardır. Türkiye'de bugün onmilyonlarca insan sürüsünün ağır stres altında bulunduğu bir gerçektir. Bu gerçeğin çok çarpıcı 3 kanıtı vardır.

1) Bu ülkede tarikatlar, özellikle Nakşibendilik çok yaygındır,  
2) Türkiye toplumu; içinde barındırdığı büyücü, üfürükçü, muskacı, tarotçu, falcı, tarikat şeyhi, sofu, derviş ve mürit bakımından (Hindistan'dan sonra) dünyanın en ilginç halk topluluğudur.
3) Türkiye'de, «din sosyolojisi» ve «sosyal psikoloji» konularında kapsamlı ve toplum gerçeklerini en ince ayrıntılarıyla ortaya çıkaran herhangi bir eser şimdiye kadar yazılmamıştır. Doğan Cüceloğlu tarafından son yıllarda toplum ve birey psikolojisi konularında kaleme alınan ve epeyce yayılan kitapların, aslında hiç biri bu boşluğu dolduramamıştır. (Çünkü sosyologlar buna asla cesaret edemezler!)

İşte bu gerçekler, toplumumuzun ruhsal bunalım içinde olduğunu kesin şekilde kanıtlamaktadır. Türkiye halkları, kelimenin tam anlamıyla televole, maç ve tarikat toplumudur. Nakşibendiliğin neden bu ülkede tutunduğunu işte buradan rahatça çıkarmak mümkündür. (Akfırat Beldesinde bir iki yıl önce patlak veren bir şeh skandalı, onbinlerce hapçının Menzil tekkesine hergün taşınıyor olması ve semralı diziler, kısaca bu durumu özetlemektedir.)   

---------------------------------------------------------
10) NAKŞİBENDİLİKTE TEMEL HEDEF:

Nakşibendi Tarikatı'nın temel amacını, Muhammed b. Abdillah el-Khani, «El-Behcetu's-Seniyye» adlı kitabının 12'inci sayfasında hiç çekinmeden büyük bir açık yüreklilikle şöyle izah etmektedir:

Allah'ın sırf fazlı ve keremiyle, bol ihsanı ve nimetiyle, başarılı rast getir­me­siyle öteden beri müjdelene geldiği ve aynı zamanda bu zincire bağlı bazı şeyh­lerin geleceği doğru keşfederek müjdeledikleri gibi (tarîkatımız), Sahib-i Zaman, Mehdi (aleyh'ir-rıdwân) ortaya çıkıncaya kadar devam edecektir. Çünkü bu tarîkat, Sıddıyqîliğin, (yani Hz. Ebubekr'e bağlılığın) sahip olduğu uyanıklığa paralel düşen Melâmîliğin ta kendisidir. Amaç ise, insanları hakka çağırmak ve gerek gizli, gerekse aşikar yönetimi elde etmek, kaleleri ve ülke­leri ele geçirmek suretiyle gerçek ve en mükemmel kalıcılığa dön­mektir.»
---------------------------------------

    



1 yorum:

  1. Bu blogdaki yazıların çoğu maalesef çalıntıdır. Bu çok önemli yazılar, Büyük Allame Şeyh Feriduddin AYDIN Efendi Hazretleri'nin uzun yıllar emek vererek göz nuruyla telif ettiği kitaplarından alınmış ve kaynak gösterilmeden buraya aktarılmıştır. Ne yazık ki Türkiye'de bu tür hırsızlıklar çok yaygındır. Birileri, ünlenmek için bu değerli hocamızın emeğini sömürmüştür. Bu seviyesiz davranışlar daima sırıtacak ve daima yakalanacaktır. Çünkü dijital dünyada artık bir sır kalmamıştır. Bilmen, acaba Muhterem hocamızdan helâllık alacak asaleti gösterebilecek misiniz!
    Adresim: baredalshaykh@gmail.com

    YanıtlaSil