BELGESEL KANITLARLA
DÜNDEN BUGÜNE NAKŞİBENDİLİĞİN
ÖZETİ
1)
TARİKATLARIN İSLAM TARİHİNDE İLK KEZ
VARLIK GÖSTERMEYE BAŞLAMASI:
İslam
tarihinde tasavvuf esasen çeşitli din ve inanışların bir sentezi olarak
peydahlanmıştır. Ümmet olarak tarihimiz bu gelişmeye, Hz. Peygamber (sav)'den Yaklaşık
ikiyüz yılı sonra ancak tanık olabilmiştir. İslam'da ruhi hayat, zühd ve takva ile ifade edilir. Nevar ki başta
Ashab arasındak ortaya çıkan siyasi çekişmeler olmak üzere, fetihlerin ve
açılımların etkisiyle İslâm zühdü zaman içinde gerçek bir mistik muhtevaya kavuşarak
tasavvuf denilen akım ortaya çıkmıştır. Tasavvufu islam dünyasına dolaylı
olarak taşıyan nedenler arasında şu 6 önemli hadiseyi gösterebiliriz:
Hz.
Osman'ın şehid edilmesi (H. 656) ile birlikte gelişen fitneler ve Hz. Ali ile Muaviye
arasında patlak veren Sıffin savaş (H. 38). Bu gelişmeler ta başta İslam
toplumunu 4 gruba böldü: a) Alİ'ciler (İlk Şiiler), b) Muaviyeciler, c)
Hariciler, d) Zahidler. (İlk zahidler: Ebuzer el-Ğifari, Said b. Müseyyeb, Said
b. Cübeyr, Malik b. Dinar, Üveys Karani, Hasan Basri ve İbn Sirin'dir. İkinci
Grup Zahidler: Ebu Haşim es- Sufî, Abdullah b. Mubarek, Ebu Suleyman
ed-Darani'dir. Üçüncü Grup Zahidler: Mâ'rûf-i Kerhi (öl. 815), Zünnûn-ı Mısri
(öl. 860), Seriyy-i Sakatı (öl. 865), Cüneyd-i Bağdadi (öl. 910),)...
-
İran ve Uzakdoğu'nun Fethi, Budizm ve çeşitli dinlerle
temas;
-
Hz. Hüseyn'in Şahadeti (H. 61);
-
Abbasilerin ilk döneminde refahın yükselmesi, sınıf
farklarının ortaya çıkması ve Ebu
Said El-Cennabi adında İranılı bir ateist öncülüğünde başlayan Karmatiyler isyanı (H. 890'dan itibaren 200 yıl devam etti)
-
Yunan felsefesinin arapçaya tercümesi ve ilmi çalışmalar.
-
Mezhepçilik ve milliyetçilik (Mu'tezililik, Sünnilik,
İhwanussafa hareketi)
---------------------------------------------
2) TARİKATLARIN
TEMEL KAYNAĞI
Tarikatların temel kaynağı kesinlikle İslam değil, tasavvuftur. Bunun
birçok açık ve belgesel kanıtları mevcuttur. Bunun en çarpıcı belgesi ise, bizzat
tarikatçıların bunu her fırsatta vurguluyor olmasıdır. Ancak onlar, tasavvufun
da İslam'dan doğduğunu ileri sürmektedirler ki bunu hiç bir zaman
kanıtlayamazlar.
Tasavvufu İslam'a mal etmek için çok çeşitli iddialar mevcuttur. Ancak
bunların hiç birinin bilimsel değeri yoktur. Bu ismin temelde yunanca olduğu zaten
meseleyi çözüme kavuşturmaktadır.
İslam: vahye dayalı, insan ruhunu derinden etkileyen
ve onu doyuran bir inanç kurumu, siyasal ve sosyal yapılanmaya önem veren evrensel
bir ahlak, yönetim ve yaşam biçimidir.
Tasavvuf ise: İnsanı bireyselleştiren, aktif yaşamla
ilişkisini tamamen kesen, pasif ve meditativ bir düşünme tarzıdır.
---------------------------------------------
3) NAKŞİLİĞİN OLUŞMAYA BAŞLAMASI
Bu tarikatın çağdaş taraftarları ve fanatikleri Nakşiliğin ta Ashab
dönemine dayandığını ileri sürmektedirler. Bunu asla kanıtlayamazlar.
Bu akım, esasen tarikatın kurucusu olarak ileri sürülen M. Bahauddin Buhari (1318-1389)'den yaklaşık 60 yıl sonra bu adı almıştır. Bunu Raşahat adlı kitaptan rahatça
çıkarabiliyoruz. En azından şunu söyleyebiliriz: Nakşiliğin ilk yazılı kaynağı
olan Raşahat'da bu tarikatın M. Buhari tarafından kurulduğuna ilişkin bir tek kelime bile bulunmamaktadır. Oysa
kitap sözde Nakşi ruhanilerinin biyografilerinden oluşmaktadır. Bu ise bir
çelişkidir.
Bu kitap 1462-1533 yılları arasında yaşamış olan Ali b. Hüseyn el-Vaiz el-Kâşifi el-Beyhaqi tarafından farsça kaleme alınmıştır. İzmir Kadısı, Trabzonlu Muhammed
Ma'ruf b. Muhammed eş-Şerif el-Abbasî tarafından III. Sultan Murad zamanında (H. 993/M. 1585 yılında)
Türkçe’ye çevrilmiştir.
---------------------------------------------
4) NAKŞİLERE GÖRE TARİKATIN EVRELERİ
Nakşiliğin hangi evrelerden geçtiği hakkında esasen Nakşibendiler
tarafından verilen bilgiler sayesinde ulaşabiliyoruz. Bu bilgiler arasında özellikle «silsile-i
sâdât» dedikleri ruhaniler zinciri bize önemli ipuçları
vermektedir. Bunları belli bir sistem içinde şöyle sıralayabiliriz:
Çağımızın Nakşibendileri, Hz.
Ebubekir (571-634)'den başlamak üzere, Halid Bağdadi'ye kadar (yani 200 yıl öncesine kadar), 29 kişinin, birbirine (icazet, el verme, ruhaniyetinden yararlandırma, üveysilik...
gibi) birtakım özel sırları devir teslim ederek tarikatı zamanımıza
ulaştırdıklarını ileri sürmektedirler. Bu
iddia ciddi çelişkilerle doludur ve İslam'ın evrensel ruhuna aykırıdır. Bu
çelişkileri şöyle sıralayabiliriz:
a) Hz. Ebubekir'in bile rabıta yaptığı ileri sürülmektedir.
b) İslam'da, Allah'ın ve Peygamberin emirlerini gizli tutmak, onları tekelleştirmek
ve sömürüye alet etmek suçtur. Peygamberlerin çok önemli 5 sıfatı vardır: Sıddık, emanet, Ismet, fetanet, tebliğ... Dolayısıyla hiç bir ilahi açıklamayı ümmetten ve insanlıktan gizli
tutamazlar!
c) Ashab ve tabiinden bazı şahsiyetler ile tasavvuf, tarikat ve Nakşilik
arasında ilişkiler kurulmaktadır. Ancak bunu açık biçimde ifade etmekten
çekinmektedirler.
d) «Sâdât» dedikleri 29 kişiden ilk 16 kişinin, rabıta, hatmi hwacegân ve
hatta Nakşibendilik hakkında tek kelime söylediklerine
ilişkin bizzat Nakşibendi kaynaklarında bile herhangi bir bilgi
bulunmamaktadır.
e) Rabıta, ilk kez kelime bazında hiyerarşik zincirin 17'nci halkası olan Yakub-i Çarkhi (öl. 1447)
tarafından telaffuz edilmiştir. Bu şahıs, -Nakşibendilerin iddialarına göre-
tarikatın kurucusu, M. B Buhari'den 58 yıl sonra ölmüştür. Aralarında bir halka vardır.
f) Tarikatın kurucusu olduğu ileri sürülen; M. B. Buhari, hiç bir yazılı eser bırakmamıştır. Onun, doktrinini,
herhangi bir kişiye dikte ettirdiğine ilişkin yine herhangi bir bilgi mevcut
değildir. Hatta bu adamın hayali bir kişi olma ihtimali bile vardır.
g) Bu tarikat, en iyimser tahminle, 1400'lerin son yıllarından itibaren Nakşibendi adıyla tanınmaya
başlamıştır. Bu tarihten önce böyle bir isme literatürde rastlanmamaktadır.
h) Nakşibendiler bu tarikatın tarih
boyunca 8 ad değiştirdiğini ileri sürmekte ve bu adları şöyle
sıralamaktadırlar: 1) Sıddıyqiyye, 2)
Tayfuriyye, 3) Khuwacegâniyye, 4) Nakşibendiyye, 5) Ahrariyye, 6) Muceddidiyye,
7) Mazhariyye, 8) Khalidiyye... Bunu ne İslam'ın ne de bilimin
ölçüleriyle asla kanıtlayamazlar.
i) Her birinin, çok ünlü birer şahsiyet olduklarını ileri sürdükleri bu 29
kişilik zinciri oluşturanlar arasında organik bir bağ kurmak mümkün değildir.
Örneğin:
Hz.
Ebubekir, Selman-ı Farisi, Qasım b. Muhammed ve Cafer-i Sadık, Kur'an ve
Sünnet ilkeleriyle sınırlı, arı İslam'ın mensupları ve temsilcileri idiler.
Arap asıllıdırlar, Hint mistisizmi, İran Zerdüşizmi ve Şamanlıkla
ilgilendiklerine ilişkin hiç bir kanıt yoktur. Ayrıca ilk ikisi sahabi, son
ikisi de selef alimlerinden hukukçu ve bilgindirler. Hayatlarında mistisizmin
hiç bir izi yoktur.
j) Hiyerarşik zincirin sözde 5 inci halka olan Beyazid-i Bestami (öl. H. 263), Mecusi bir aileden gelen, pers kökenli,
şaibeli, farsça konuşan ve hiç bir eser bırakmamış olan biridir. (İmam Zehebi'nin El-Mizan adlı eserinin: 40'ıncı cilt, s. 10'da
naklettiği ona ait şu sözleri çok ilginçtir: «Subhani ma a'zama şa'ni»).Hayatı
söylentilerden ibarettir. Nakşibendiler bu şahsın Cafer-i sadık'tan istifade
ettiğini ileri sürerler. Oysa Bestami, Cafer-i Sadık'tan 40 yıl sonra dünyaya gelmiştir. Tarikatçılar bu zaman boşluğuna bir
mazeret bulabilmek için «Üveysilik» diye bir kavram üretmişlerdir. Bu inanç ise Yahudilikten alınmadır.
İslam'da yeri ve kanıtı yoktur.
k) Çok meşhur oldukları sanılan ve Nakşibendiler tarafından «sâdâtımız» (yani
efendilerimiz) diye olağanüstü efsanelerle yüceltilen 29 kişiden Ashab,
tabiiler ve son Nakşi şeyhleri hariç, Bestami'den Dehlevi'ye kadar 24 kişi çok sıradan insanlardır. Bunların hemen tamamı eğitimsiz kişilerdir.
Bunların bazısı hayali şahıslar da olabilir. Nitekim El Hadikatul wardiyya adlı kitabın yazarı tarafından safça ve adeta ağızdan kaçırılmış gibi
söylenen bazı sözler bunu kanıtlamaktadır. Yazar kitabının ilk sayfasında
şunları kaydatmektedir:
»وسمعتُ أسماءَ ساداتِ سلسلةِ الطريقةِ الجليلةِ،
جعلتُ أتشوَّفُ للوقوفِ على تراجُمِ أحوالِهم المقدّسةِ مدّةً غيرَ قليلةٍ، وَإِذْ
لَمْ أَرَهَا مُجتَمَعةً باللّغةِ العربيّة في كتابٍ واحدٍ؛ لأنّ أكثرَهم من بلادِ
الفُرسِ والهندِ وتلكَ المعاهد«.
Bu sözlerin Türkçeye yaptığım çevirisi şöyledir:
Yüce tarikat silsilesinin sadatının adlarını hep duyardım. Uzun zaman
onların mukaddes hayat tercümelerini öğrenmeye can attım. Fakat onları, Arapça
ve bir tek kitap içinde bulamadım. Çünkü onların çoğu Fars ülkesi, Hindistan ve
civarının halklarındandırlar.
---------------------------------------------
5) NAKŞİBENDİLİĞİN OLUŞUM SÜREÇLERİ
Nakşibendi tarikatı, gerçekte Ahmed Yesevi (öl. 1166)'nin kurduğu Yeseviliğin devamıdır. Yesevilik ise Budizm'in Mahayana Mezhebi üzerine kurulan ve kısa bir süre İslam'a mal edildikten sonra ortadan kaybolan Minhac-ı Hakikat tarikatının
devamı olduğu sanılmaktadır. Yesevilik, daha sonra biri Bektaşilik, öbürü ise Nakşibendilik olmak üzere iki ayrı tarikat olarak devam etmiştir. Yeseviliğin kendisi, kısmen
Şamanlıktan fakat büyük ölçüde Budizm'den ilhamını almıştır. Birbirine son derece aykırı bu iki tarikata ayrılmış
olması Yeseviliğin sırrını ortaya sermekte ve bu tarikatın temelde İslam'la hiç bir
ilişkisinin bulunmadığını kanıtlamaktadır. Bektaşiliğin, Allah, Peygamber, kitap, Ahiret, Cennet ve cehennem
gibi hemen hiç bir Kurânî değere önem vermemesi, insan sevgisini ve sınırsız
hoşgörüyü ön plana çıkararak bütün kutsal değerleri bu felsefe ile bastırmak
suretiyle onları spekülatif bir şekilde zihinlerden silmeye çalışması onun esin
kaynağı olan Yeseviliği de deşifre etmektedir.
Dış gürünüşü itibariyle oldukça yanıltıcı izlenimler veren Nakşibendilik ise,
söylemlerinin bir çoğunda Kitap ve Sünneti ön plana çıkardığı için, yüzyıllar
boyu eğitimsiz geniş kalabalıklardan içyüzünü gizlemeyi başarabilmiştir.
Nakşilik, Esasen Raşahatın yazıldığı 1462-1533 yılları arasında ilk kez konuşulmuştur. Bu tarihten
önce Nakşibendi Tarikatı hakkında yazılı bilgi veren herhangi bir kaynak yoktur.
Tarikat, Miladi bininci yılın sonuna kadar sadece Türkistan'da pek geniş
olmayan bir muhitte sınırlı kalmıştır. Daha çok Buhara civarına yayılmıştır. Bininci yılın sonlarına doğru Hindistan'a sıçrama yapmıştır. Nakşibendilik, zaten baştan
beri Hint dinlerinden etkilenerek yapılanmıştı.
Nakşilik, Hindistan'da
tutunduktan sonra daha çok meditativ bir nitelik kazandı. Hatm-i Khuwajagân ayininin bu
dönemde tarikata yerleştirildiği sanılmaktadır. Ancak bu konuda Halid Bağdadi'ye kadar hemen
hiç bir bilgi yoktur.
Nakşilik, Halid Bağdadi'ye kadar Uzak
doğuda sınırlı kalmıştır. Bağdadi tarafından getirilen tarikat 1811'den sonra Osmanlı toplumuna
aşılanmıştır.
---------------------------------------------
6) NAKŞİBENDİLİĞİN KAYNAKLARI
Nakşiliğin ilk ve en önemli kaynağı Raşahat adlı kitaptır. (Biraz önce bahsedildi). Bu kitap farsça
kaleme alınmıştır. İlk nüshasının nerede olduğu bilinmemektedir. İzmir Kadısı,
Trabzonlu Muhammed Ma'ruf b. Muhammed eş-Şerif el-Abbasî tarafından III.
Sultan Murad zamanında (H. 993/M. 1585
yılında) Türkçe’ye çevrilmiştir.
Ondan sonra Rabbani'nin çağdaşı olan Tacuddin Zekeriya b. Sultan (öl. H. 1050) adlı
bir Hintli Nakşi şeyhinin yazdığı; Adabu'l-Meşiha wal Muridîn, adlı kitap
gelmektedir.
Rabbaninin mektupları da tarikatın önemli bir kaynağı sayılır. Bunlardan
sonra esas Halid Bağdadi'nin 1811'de Hindistan'dan döndükten sonra kaleme aldığı Rabıta risalesi Nakşibendiliğe
yeni bir çehre kazandırmıştır. Işıkçı
Nakşibendiler bu kitaba çok büyük önem vermekte ve sık sık baskısını
tekrar ederek yaymaya çalışmaktadırlar.
Halid Bağdadi'den sonra bu
tarikatı propaganda eden çeşitli Türkçe ve arapça kitaplar yayınlanmıştır.
Bunların Arapça olarak yazılmaş en önemlileri: Muhammed bin Abdullah el-Khani'nin, «El-Behcetusseniyye», torunu Abdulmecid El-Khani'nin «El-Hadiyqa'tul- Wardiyya» ve Halid Bağdadi'nini yeğeni, Mahmud Saib'e ait «Nuru'l-Hidayeti wa'l-İrfan» adlı kitaplardır.
---------------------------------------------
7) NAKŞİBENDİLİĞİN KURALLARI:
Nakşibendiliğin 11 ilkesi:
Bi'at:
Rabıta:
Hatm-ı Khuwacegan
Zikr-i Khafiy
«Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır». Tenwiru'-Qulub s. 525
---------------------------------------------
8) NAKŞİBENDİLİKTE ÇELİŞKİLER
* Bu tarikatın eski şeyhleri pek tanınmaz sıradan birer derviş, ya da
muskacı tiplerdi. Aralarında duvar ustası, saksıcı ve güreşçi olanlar da vardı.
Şimdiki şeyhler saltanat sahibi birer kral gibidirler. Bu büyük bir çelişkidir.
(Işıkçı Nakşibendiler tarafından yayınlanan 18 ciltlik İslam alimleri
Ansiklopedisi içinde Nakşi şeyhlerine ait biyografiler incelendiğinde bu
çelişkilerin yüzlerce örneğini çarpıcı bir biçimde görmek mümkündür. )
* Genelde sevgi, saygı ve bağlılık gibi konuları çok sık işledikleri, her
gün ve her münasebette Allah sevgisinden ve Allah korkusundan sürekli söz edip
durdukları sanılmaktadır. Peki, neden İslam ümmetinin tüm mensuplarını sevmez, Afganistan, Irak, Filistin, Çeçenistan,
Filipin, Sincan ve Somali'de zulme uğrayan müslümanlar hakkında neden bir tek kelime bile
konuşmazlar? İslam vatanını bugün işgal altında tutan yahudi-Hıristiyan
işbirlikçi güçlerini neden kınamazlar? Bu büyük bir çelişki değil mi?
* Tevazu ve gönül alçaklığından sürekli söz ederler. Bu konuda bitmez
tükenmez öğütler verirler. Öyle ise şeyhler neden hiç kimse ile ilgilenmez, hiç
bir perişan insanın halini sormaz, hiç bir hastayı ziyaret etmez, dışarıya
çıkmaz, hizmetlerindeki lüks arabaya kadar birkaç metrelik yolu bile etten
duvarlar arasında yürürler!
* Onlara isnad edilen asılsız kerametlerden niçin hoşlanır, onları neden yalanlamazlar?
* Ayin sırasında böğüren anıran tuhaf sesler çıkaran müritlerini neden
uyarmazlar bu adamlar acaba neden böyle ses çıkarırlar?
* Nakşibendi mollaları, neden 20 yıl kadar sadece Arap dil grameri öğrenir,
yüzlerce arapça gramer kuralını ezberlerler; buna rağmen neden bir bedeviyle
dahi Arapça birkaç cümle konuşmayı beceremezler. Neden bozuk, demode olmuş,
yontulmuş, karanlık dönemlerden kalma yararsız bir eğitim geleneği üzerinde
ısrar ederler?
Birkaç tanesinin konusu mantık ve belagat, ancak çoğu gramer kurallarıyla
tıkıştırılmış kitaplarının adları şöyledir:
*
TASRîF
*
EMSİLE
*
BİNÂ
*
MAKSUD
*
İZZÎ
*
AWAMİLİ-CÜRCÂNÎ
*
AWAMİLİ-BİRGİWİ
*
ZURÛF
*
TERKîB
*
SUDULLAH-I
SAGIYR
*
ŞERHU’L-MUĞNİ
*
SA’DUDDÎN
*
HALLU’L-MEAQID
*
HALLU
MUŞKİLÂTİ’L-İŞARÂT
*
SA’DULLAH-I
KEBîR
*
NETÂİCU’L-EFKÂR
(
*
ŞERHU ELFİYE
*
MOLLA CÂMÎ
(El-Fewâidu’d-Dıyâiyye)
*
İSAĞÛCİ
*
SEMKATİ
*
QAWLU AHMED
(Kawlahmed)
*
HAŞİYETU
ABDİLGAFÛR
*
RİSALET’UL-WAD’
*
MUNÂZARA
*
ŞERHŞEMSİ
*
MUKHTASARU’L-MAÂNÎ
Son
derece ilginçtir ki bu kitapların hiç biri arap ülkelerinde tanınmamakta ve
okutulmamaktadır.
*
Nakşibendi şeyhleri neden hiç bir konferansa, hiç bir sempozyuma, İslam ümmeti
için önem taşıyan hiç bir toplantıya katılmazlar; neden bu ümmetin dertleriyle dertlenmezler?
*
Siyasetten uzak durdukları izlenimini verirken bu şeyhlerin cemaatleri neden
siyasi partilerin birer oy deposu işlevini görmektedir? Bu cemaatlerle partiler
arasındaki ilişkiler neden gizli yapılmaktadır, bu görüşmelerde acaba neler
konuşulmakta ve kimlere, ne gibi çıkarlar sağlanmaktadır? Neden topluma bu
konuda herhangi bir açıklama yapılmamaktadır?
*
30 Kasım 1925 tarih ve 677 sayılı kanunla Türkiye’de bütün tekke ve zaviyeler
kapatılmış ve yasaklanmış olmasına rağmen neden Nakşi tekkeleri serbest şekilde
faaliyet göstermekte ve dolup taşmaktadır?
*
Tarikat şayhleri, kendi tarikatlarına ait ilkelerin, merasim ve aiynlerin,
gelenek ve anlayışların geçmişini ve kaynaklarını nadan araştırmazlar?
Araştıranlara karşı neden düşmanlık beslerler, bu konuda neden hiç bir
diyaloga, hiç bir tartışmaya yanaşmazlar?
*
Çağdaş Nakşibendi şeyhlerinin hiç biri, vahdet-I vücut, vahdet-i şuhud, fenafillâh, bekabillah ve marifetullah gibi kavramlar
hakkında neden bir tek kelime bile söz etmemektedirler?
*
Tarikat şeyhleri neden birbirlerinin
bölgesini fethetmeye, birbirlerinin mensuplarını ayartmaya çalışmaktadırlar? Hatta
birbirlerine karşı neden kin ve düşmanlık gütmektedirler? Müslümanların hepsi
kardeş değil midirler? (Küfreviler-Tağiler,
Cizre'li Şeyh Kadri-Şeyh Seyda, Ömer Öngüt-Öbür
Nakşibendiler'den bu konuda çarpıcı örnekler vermek mümkündür.)
*
Nakşibendiler neden evliyaların, peygamberlerden daha üstün olduğuna inanır
fakat bu inancı (müritleri de dahil) herkesten gizlerler?
*
Nakşibendi şeyhleri neden son zamana kadar tarikatın 11 ilkesini halktan
gizlediler?
*
Her Nakşibendi şeyhi neden müritlerinin başka şeyhlere bağlı müritlerle samimi
olmasını yasaklamaktadır? Çünkü bir tarikatta şeyhlere mahsus kuralların
14'üncüsüdür. (Bkz. Tenwiru'l-Qulub s. 526)
*
Nakşibendi şeyhleri (Muhammed Abduh, Cumaluddin Afgani, Reşir Rıza gibi ümmeti
büyük gafletten uyandıran) değerli İslam alimlerine neden düşmanlık besler
onlara «Ulema-I rüsum» diyerek
aşağılarlar? Hayatını İslam için feda etmiş olan şehit Seyyid Kutub gibi
değerli şahsiyetleri neden terrorist diye suçlayıp aşağılarlar?
*
Kendi şeyhlerine ise sırf Allah'a mahsus olan «Nurussemawâati wearadıyn» sıfatını vermeye nasıl cüret
ederler! Kitaba ve sünnete bağlılık, bid'at ve hurafeye kerşı olmak bu mudur? (Bkz.
Doğulu bir Nakşi şeyhine ait sözde Hatm-I Khuwajegân )
*
Nakşibendiler bu sorulara mantıklı cevaplar bulmalıdırlar.
---------------------------------------------
9) NAKŞİBENDİLİĞİN TUTUNMA NEDENLERİ VE
TOPLUMUN YANILGILARI.
Nakşibendilik, 650 yıllık geçmişe sahip bir mistik akımdır. Ondan gerek
önce, gerek sonra kurulmu bütün tarikatlar arasında önemli özelliklere ve derin
bir decrübeye sahiptir. Bunu şöyle özetleyebiliriz:
* Çok sıkı disiplinleri ve insanı kısa zamanda şartlandırıcı psikolojik
yöntemleri vardır.
* Kalabalığa çok önem verir. Çünkü kalabalık, kalitesiz bile olsa yeni
katılanlar için oldukça etkileyicidir. Bu nedenle kolayca elde edilebilecek
insanları önce çekmeye özen gösterir. Örneğin, işi bozulmuş, okuldan kovulmuş,
ailesi parçalanmış kimseler, uyuşturucu bağımlıları, alkolikler ve herhangi bir
nedenle bunalım içinde bulunan insanlar şeyhin emriyle teşkilatlandırılmış
ekiplerce ev sohbetlerinde katılıma hazır hale getirilirler.
* Nakşi şeyhleri, vaktiyle Timuriler
sülalesiyle canciğer olan Ubeydullah- Ahrar'dan itibaren siyasetle de ilgilenmiş, siyaset
adamlarıyla daima gizli ilişkiler içinde olmuşlardır. Bunun en canlı örneği ise
Halid Bağdadi ve onun Şam'daki halifesi Muhammed
Khanî'dir. Türkiye'de de bu gelenek devam ettirilmektedir. Hatta,
bu ilişkiler için özel teşkilatlar kurulmuş, bu sayede İstiklal Mahkemeleri'nin bütün izlerini silmeye geyret edilmiştir. Devletin kullanabileceği Güçlü
Nakşibendi odakları kurdurulmuştur. Bu odaklardan özellikle Güneydoğu'da
konuşlandırılan bir tekke derin devlet ekipleri tarafından 1952'den beri özenle
korunmakta ve buralardan yararlanılmaktadır. Cumhuriyet dönemi boyunca, Önce
komünizme, ondan sonra da Kürt milliyetçiliğine, PKK'ya ve Hizbullah'a karşı bu
odaklardan çok istifade edilmiştir. Dolayısıyla İstihbarat örgütleri tarafından
bu tarikatın bilhassa Güneydoğudaki odağı büyük destek görmekte, hatta propaganda edilmektedir!
* Nakşibendilikte, göze ve kulağa hitap eden, psikolojiyi etkileyici
uygulamalara çok önem verilmektedir: Bu amaçla tertiplenen Hatm-i khuwajegân ayinleri, rabıtalar, zikir
meclisleri, sohbetler, keramet anlatımları, «Efendi Hazretlerinin» sözleri,
seyahatleri, teveccüh ve tebessümleri, hatta onun en ufak
bir bakışı bile uzun uzun yorumlanmakta, bunlardan türlü türlü hikmetler
çıkarılmaktadır..
* Hurafe ve batıl inançların, mistik ve spekülatif düşünce akımlarının en
fazla etkilediği toplumlar, cahil ve bunalım içinde bocalayan toplumlardır.
Türkiye'de bugün onmilyonlarca insan sürüsünün ağır stres altında bulunduğu bir
gerçektir. Bu gerçeğin çok çarpıcı 3 kanıtı vardır.
1) Bu ülkede tarikatlar, özellikle Nakşibendilik çok yaygındır,
2) Türkiye toplumu; içinde barındırdığı büyücü, üfürükçü, muskacı, tarotçu,
falcı, tarikat şeyhi, sofu, derviş ve mürit bakımından (Hindistan'dan sonra)
dünyanın en ilginç halk topluluğudur.
3) Türkiye'de, «din sosyolojisi» ve «sosyal psikoloji» konularında kapsamlı ve toplum gerçeklerini en ince ayrıntılarıyla ortaya
çıkaran herhangi bir eser şimdiye kadar yazılmamıştır. Doğan Cüceloğlu tarafından son
yıllarda toplum ve birey psikolojisi konularında kaleme alınan ve epeyce
yayılan kitapların, aslında hiç biri bu boşluğu dolduramamıştır. (Çünkü
sosyologlar buna asla cesaret edemezler!)
İşte bu gerçekler, toplumumuzun ruhsal bunalım içinde olduğunu kesin
şekilde kanıtlamaktadır. Türkiye halkları, kelimenin tam anlamıyla televole,
maç ve tarikat toplumudur. Nakşibendiliğin neden bu ülkede tutunduğunu işte
buradan rahatça çıkarmak mümkündür. (Akfırat Beldesinde bir iki yıl önce patlak
veren bir şeh skandalı, onbinlerce hapçının Menzil tekkesine hergün taşınıyor
olması ve semralı diziler, kısaca bu durumu özetlemektedir.)
---------------------------------------------------------
10) NAKŞİBENDİLİKTE TEMEL HEDEF:
Nakşibendi Tarikatı'nın temel amacını, Muhammed b. Abdillah el-Khani, «El-Behcetu's-Seniyye» adlı kitabının 12'inci sayfasında hiç çekinmeden büyük bir açık yüreklilikle
şöyle izah etmektedir:
Allah'ın sırf fazlı ve keremiyle,
bol ihsanı ve nimetiyle, başarılı rast getirmesiyle öteden beri müjdelene
geldiği ve aynı zamanda bu zincire bağlı bazı şeyhlerin geleceği doğru
keşfederek müjdeledikleri gibi (tarîkatımız), Sahib-i Zaman, Mehdi
(aleyh'ir-rıdwân) ortaya çıkıncaya kadar devam edecektir. Çünkü bu tarîkat,
Sıddıyqîliğin, (yani Hz. Ebubekr'e bağlılığın) sahip olduğu uyanıklığa paralel
düşen Melâmîliğin ta kendisidir. Amaç ise, insanları hakka çağırmak ve gerek
gizli, gerekse aşikar yönetimi elde etmek, kaleleri ve ülkeleri ele geçirmek suretiyle
gerçek ve en mükemmel kalıcılığa dönmektir.»
---------------------------------------
Bu blogdaki yazıların çoğu maalesef çalıntıdır. Bu çok önemli yazılar, Büyük Allame Şeyh Feriduddin AYDIN Efendi Hazretleri'nin uzun yıllar emek vererek göz nuruyla telif ettiği kitaplarından alınmış ve kaynak gösterilmeden buraya aktarılmıştır. Ne yazık ki Türkiye'de bu tür hırsızlıklar çok yaygındır. Birileri, ünlenmek için bu değerli hocamızın emeğini sömürmüştür. Bu seviyesiz davranışlar daima sırıtacak ve daima yakalanacaktır. Çünkü dijital dünyada artık bir sır kalmamıştır. Bilmen, acaba Muhterem hocamızdan helâllık alacak asaleti gösterebilecek misiniz!
YanıtlaSilAdresim: baredalshaykh@gmail.com