21 Ocak 2015 Çarşamba

TÜRKİYE’DE NAKŞİBENDİLİK HAREKETİ

Toplumumuzun bugünkü inanışlarını ve düşüncelerini şekillendiren çeşitli faktörler arasında hiç şüphe yok ki mistisizmin çok etkin bir yeri vardır. Hatta; bugün Türkiye halklarının dini tasavvuftur desek hiç de yanılmış sayılmayız. Tarih boyunca bu felsefe üzerinde yapılanmış olan yüzlerce mistik akım arasında ülkemizde en yaygın olanı ise Nakşibendi Tarikatı’dır.

Şimdi işte bu tarikatın Türkiye’deki seyri üzerinde duracağız.

Yaklaşık son 200 yıldır, bu tarikatın «Doğu» ve «Güneydoğu» bölgemizde öncülüğünü yapmış bulunan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim ve bu tarikatın atmosferi içinde yetiştim. Aynı zamanda 1969-1976 yılları arasında tam icazetli mutlak bir halife sıfatıyla bu tarikatın meşihat makamında bulundum.

Onun için bugün, üzerinde konuşacağımız tarikat hakkında en yetkili bir ağızdan bilgi alacağınızı bilhassa hatırlatmak istiyorum.

Aslında bu tarikatın öğretisi, tarihsel süreçleri ve geçirdiği evrimler hakkında çok ayrıntılı bilgiler vererek sizi olabildiğince aydınlatmak isterim. Ancak bunu birkaç saate sığdırmanın mümkün olamayacağını sizde takdir edersiniz. Onun için bu sohbetimizde, Nakşibendiliğin, sadece Cumhuriyet tarihi boyunca kaydettiği seyir ve bu süre içinde bıraktığı bazı etkiler üzerinde durmakla yetineceğiz.

Değerli arkadaşlar,

Toplumumuzun inançları, düşünceleri ve psikolojisi üzerinde derin izler bırakmanın yanı sıra, özellikle İslam’ı aşındırmada –hatta diyebilirim ki yeni kuşaklarımızın İslam’la tanışma fırsatını elde edememeleri noktasında- Nakşibendi Tarikatı çok büyük bir rol oynamıştır! Bu nokta, biraz sonra yapacağım açıklamaların ardından, sanırım çok daha iyi anlaşılacaktır. Fakat size bu konuda çok ayrıntılı bilgi vermem için ne yazık ki vaktimiz ve içinde bulunduğumuz şartlar müsait değildir.

Yine derin bir üzüntü ile belirtmeliyim ki halkımız tarih boyunca bir türlü İslamlaşamadığı için, ülkemizde bugün mükemmel düzeyde evrensel Kur’ânî kültüre sahip bir topluluk bulunmamaktadır. Büyük hatalar sonucu ta 1000 yıl kadar önce İslam’ı «Müslümanlık» olarak algılayan İranlıların bu isim altında ürettikleri yapay ve temelsiz din anlayışları yüzünden halkımız Kur’an’daki İslam’ı tanıma fırsatını halâ bulamamıştır. Bu nedenle Hz. Muhammed’in Allah’tan aldığı vahyin ışığında tebliğ ettiği İslam’a, Türkiye halkları henüz epeyce yabancıdır.

İranlılar, Vasat Ümmetin (ve tabiatıyla Hz. Ali’nin de) izlediği orta yolu bırakıp, nasıl ki vaktiyle Şiilik adı altında bir anlayış geliştirerek bunun üzerinde ısrar ettiyseler Türkler de tıpkı onlar gibi birer ırkçı din anlayışı olan Hanefizm ve Nakşibendilik üzerinde ısrar ederek İslam’ı daima mistik biçimlerde anlamaya kendilerini zorladılar. Bu sebeple onlara Kur’an’ın aydınlık penceresinden hitap etmek şu ana kadar pek mümkün olamamıştır. Dolayısıyla tarih boyunca İslam adına ortaya çıkmış olan tarikatların, -özellikle Nakşibendiliğin- içyüzü hakkındaki gerçekleri bütün çıplaklığı ile anlatmak bugün bir cesaret işidir.

Şirk batağına saplanmış bulunan bugünkü dünya insanlarından çok farklı olduklarına inandığım siz seçkin mü’minleri tenzih ederek Bütün engellere ve tehlikelere rağmen bu duyarlı konuya artık şimdi girmek istiyorum.

Yapacağım açıklamalardan bir bütünlük içinde ve azamı derecede faydalanabilmeniz için önce bu tarikatın anatomisi hakkında size özet bir bilgi paketi sunmayı uygun buluyorum; hatta bunu zorunlu görüyorum. Çünkü bu akımın, kaynağı, tarihi, felsefesi ve amaçları hakkında –geçmişe yönelik- herhangi bir bilgi eksikliği, onun günümüzde sergilediği yanıltıcı dış dekorunu masum gibi görmeye neden olabilir.

Nakşibendi Tarikatı hakkındaki bütün bilgileri kronolojik olarak özetleyen dokuz ana başlık şöyle sıralanabilir:

1) Tarikatın Kurucuları Ve İlk Ünlüleri
2) Nakşibendi Tarikatının Kaynakları
3) Nakşibendi Tarikatının İlkeleri, Felsefesi ve Amaçları
4) Tarikatın Hiyerarşik Zinciri Silsile-i Sâdât
5) Nakşibendi Tarikatında Râbıta ve Râbıtanın tarihsel süreçleri (ki 3 süreci vardır)
6) Osmanlı Toplumunun Nakşilikle Tanışması
7) Halid Bağdadi İle Başlayan (Neo-Nakşibendîlik süreci)
8) Cumhuriyet Türkiye’sinde Nakşibendilik Hareketi
9) Nakşibendiliğin Türkiye Halkı üzerinde bıraktığı Sosyal Ve Toplumsal Etkiler

Bubaşlıklar da eğer hareket ederlerse gerek araştırmacılar ve fikir adamları, gerekse bu konuda bilgisini ve kültürünü genişletmek isteyenler, Nakşibendi Tarikatı hakkında daha deli toplu bilgilere ulaşabilirler.

Biz bu başlıklardan bugün sadece son ikisini biraz irdelemeye çalışacağız. Yani Cumhuriyet Türkiye’sinde Nakşibendilik hareketi ve bu tarikatın Türkiye halkı üzerinde bıraktığı sosyal ve toplumsal etkiler üzerinde duracağız. Ancak Nakşiliğin cumhuriyet tarihindeki seyrini net bir şekilde izleyebilmemiz için biraz daha geriye gitmek zorundayız. Yani konunun kuşattığı olayları daha iyi kavrayabilmemiz için tarikatın, Halid Bağdadi’den bu yana sürdürdüğü gelişmeyi izlememiz daha doğru olur kanısındayım.

Sözde bu tarikat, Hz. Ebubbekir tarafından kurulmuştur. Ondan sonra yedi yüz yıl boyunca (Sıddıyqıyye, Tayfûriyye, Khuwâcegâniyye) gibi birkaç isim daha değiştirmiş, nihayet milâdî 1350’lerde Muhammed Bahaeddin Buhârî adında bir rûhânî tarafından Nakşibendi Tarikatı diye yeniden isimlendirilmiştir. Fakat bu söylentileri belgelemek, şöyle dursun, Muhammed Bahaeddin Buhârî adında birinin yaşadığına ilişkin bir kanıt bile bulunmamaktadır. Tarikatın ilk kaynağı olan Raşahât adlı kitapta her ne kadar bu adama ait kısa bir biyografi bulunmakta ise de, kitabın Farsça yazıldığı ileri sürülen orijinal nüshası bulunmamaktadır. Ayrıca tarikatın hiyerarşik zinciri hakkında bizzat Nakşi şeyhleri tutarsız ve çelişkili bilgiler vermektedirler. Dolayısıyla bu tez, bilimsel bir temelden tamamen yoksundur.

Aslına bakılırsa Osmanlı toplumu, ancak Yavuz Sultan Selim zamanında bu tarikatla tanışmıştır. O günlerde, Abdullah-ı İlâhî adında bir kişi bu tarikatın propagandasını üstlenmiştir. Bu şahıs Kütahyalıdır. Fakat bir ara Türkistan’a giderek Nakşibendi şeyhlerinden (sözde hiyerarşik zincirin 18’inci sırasında yer alan), Ubeydullah-ı Ahrar’a bağlanmış ve dönerek İstanbul’da bir süre Zeyrek Camii’nde faaliyet göstermiştir. Ancak daha sonra Selanik yakınlarında bulunan Vardar Yenicesine giderek faaliyetini orada devam ettirirken 1491 yılında aynı yerde ölmüştür. Ondan sonra yerine geçen Haydar Baba adında bir kişi, Kanûnî döneminde İstanbul’da, Eyüp’te bu işi üstlenmiş ve öldüğü 1587 yılına kadar bu tarikatı yaymaya çalışmıştır. Ancak bu iki kişinin çabaları Nakşibendiliğin  Osmanlı ülkesinde tutunmasını sağlayamamıştır.

Bu tarihten sonra 1800’lerin başına kadar Osmanlı ülkesinde Nakşibendiliğin hemen hemen hiçbir izine rastlanmamaktadır.

Bu tarikatı, günümüzdeki kalıbıyla ve uygulamasıyla yeniden şekillendiren Halid Bağdadi’dir. Bu şahıs 1778-1826 yılları arasında, İkinci Sultan Mahmut döneminde yaşamış Irak Kürtlerinden bir Osmanlı vatandaşıdır. 1810 yılında Hindistan’a gidip bir yıl sonra dönmüş, orada aşılandığı –Budist İslam sentezinden ibaret- düşünce ve inanışları Ortadoğu’ya taşıyarak, Osmanlı ülkesinin dört bir bucağına bunları yaymaya çalışmıştır. Saray ve hükümet çevrelerinde, ilk önceleri Halid Bağdadi’nin faaliyetlerinden rahatsızlık duyulmuş ise de onun Osmanlı iç siyasetinde özellikle Vahhabilere karşı verilen mücadelede resmi ideolojiyi desteklediği görülünce ödüllendirilmiş ve Nakşibendiliğin yayılması için bütün devlet imkânları seferber edilmiştir. Bu cümleden olarak; (Said Paşa, Davud Paşa, Hâlet Efendi, Şeyh Maruf El-Berzenci, Osman Hayaî Bey, Şeyh Mahmud b. Abdilcelîl El-Mûsılî, Abdulvahhab es-Sûsi ve Şeyh Hamdi Dağıstânî) gibi Halid Bağdadi’nin bütün karşıtları ağır şekilde cezalandırılmış, bunların kimisi idam edilerek, kimisi de sürülerek, Neo-Nakşibendiliğin önündeki bütün engeller bizzat devlet eliyle kaldırılmıştır.

Devletin verdiği bu destek, ülkenin içinde bulunduğu ağır şartlara rağmen Halid Bağdadi’den sonra da Cumhuriyet ilân edilinceye kadar bütün hızıyla devam etmiştir. Bu sayede adeta dinazorlaşan Nakşibendilik, başta Mevlevilik, Rufailik, Kadirilik ve Halvetilik olmak üzere Osmanlı ülkesinde yaygın olan irili ufaklı bütün tarikatlara galebe çalmış, onları bastırarak muhitlerini daraltmış, birçoğunun hemen hemen sönmesine yol açmıştır.

Halid Bağdadi’nin Halidiyye adı altında kurduğu Yeni Nakşibendilik akımı, 1811 yılından itibaren Irak’ın kuzeyine doğru hızla yayılarak bugünkü Türkiye coğrafyasının önce doğusunda ve batısında tutunmaya başlamıştır. Halid Bağdadi henüz hayattayken Diyarbakır, Mardin, Siirt, Bitlis, Van, Hakkari, Ağrı, Erzurum ve Erzincan halkı tamamen Nakşibendileşmiştir. İlk dönemde Nakşibendiliği Doğu Anadolu’da Halid Bağdadi adına temsil eden ve bu tarikatı yayan kişi, Hakkarili Taha’dır. İstanbul’a ise bu tarikatı ilk kez taşıyan Bağdadi’nin maceracı temsilcilerinden Musullu Abdulvahhab es-Sûsî’dir. Ne var ki bu adam, Şeyhini devre dışı bırakarak kendini ön plana çıkarma çabaları içine girince gözden düşmüş, şeyhi tarafından tart edilmiş ve daha sonra II. Mahmud’un fermanıyla Medine’de, Şeyh Hamdi Dağıstanî adındaki bir arkadaşıyla birlikte ölünceye kadar göz hapsinde tutulmuştur. Gerek Abdulvahhab es-Susî, gerekse Bağdadi’nin öbür karşıtları tarafından Nakşibendiliğe ve Bağdadi’ye karşı yazılmış bütün kitaplar, risaleler ve mektuplar toplanarak imha edilmiştir. Bu kitaplardan yalnızca Şeyh Mahmud el-Celili’nin yazdığı El-Budûr’ul Celiyye adlı kitabın iki nüshasının son yıllarda bulunduğu söylenmektedir. Bu kitabın çok önemli olduğu kanısındayım. Fakat ne yazık ki bu kitaba henüz ulaşmış değilim. 

Abdulvahhab Susi’den sonra bu tarikatı İstanbul’da İsmet Garibullah ve Gümüşaneli Ahmed Ziyaüddin adında iki şeyh yaymaya çalışmışlardır. Daha sonraları bu tarikat hem Anadolu’da hem de balkanlarda Sünni kalabalıklar arasında yayılmış ve öbür bütün tarikatların etkilerini zayıflatmıştır.

Birinci dünya savaşının ülkede neden olduğu perişanlığa rağmen, bu tarikat, savaştan hemen sonra yeniden atağa geçerek, kaldığı yerden devam etmiştir. Halkın, savaş yorgunluğunu biraz atarak hissedilir bir sükûnet içine girdiği 1920’lerden sonra Nakşibendi saflarında yeniden hızlı örgütlenmeler başlamıştır. Doğu Anadolu’da vaktiyle çok canlı tekkelere ve geniş muhitlere sahip bulunan bütün kadiri şeyhleri, bu gelişme karşısında erimemek ve bir kenara itilmemek için cemaatleriyle birlikte Nakşibendi tarikatına geçmişlerdir. Bu tarikat değiştirme modasının iki İstisnası olan Siirt’in Tillo ve Teylan Şeyhleri Kadiriliği yakın geçmişe kadar bırakmamış, ancak bu iki aile de çok kısa zaman içerisinde önemlerini yitirmiş ve erimişlerdir.

Bir Nakşibendilik ülkesi olan Türkiye’de bu tarikatın günümüzde önemli birçok merkezleri vardır. Tarikatlar yasaklı olmalarına rağmen bu merkezler çok canlı ve hareketli biçimde faaliyetlerini sürdürmektedirler. Hatta bunlardan bazıları derin devletin desteğinde resmi ideolojiye büyük hizmetlerde bile bulunmaktadır. Bunlardan bazıları, yalnızca cemaat şeyhinin adıyla, bazıları ise bulunduğu mekânın adıyla ünlenmiştir.  

Cumhuriyetin ilânından günümüze kadar Türkiye’de Nakşibendi tarikatını yaymaya çalışan kişi ve aileleri, bunların etrafında oluşmuş cemaat ve odakları, önce özet olarak şöyle sıralayabilirim:

Türkiye’de başlıca 17 Nakşibendi Merkez ve cemaati vardır, bunların adları Şöyledir:

1)Nehri Şeyhleri: Bunların başı Hakkarili Tahâ’dır. Doğum tarihi bilinmeyen bu şahsın, ölüm tarihine ilişkin bilgiler de çelişkilidir. Bu aileye bağlı Arvasiler grubunun önemli temsilcilerinden olan Işıkçı Nakşibendiler, yayınladıkları birçok ansiklopedi ve kitapta bu kişiye olağan üstü önem vererek onu adeta göklere çıkarmışlardır. Ancak bu örgütün yayınları arasında Taha’nın gerçek hayatını aydınlatan hemen hiçbir bilgiye rastlanmamaktadır. Taha’nın 1853 tarihinde öldüğüne ilişkin verdikleri bilgi hakkında kuşku uyandıran bazı kanıtlar bulunmaktadır. Örneğin, Meclis-i Mebusân (Osmanlı Parlamentosu) albümünde, altında Hakkari Mebusu Seyit Tâhâ diye yazılı bir fotoğraf bulunmaktadır. Bu resim kavuklu, cüppeli bir din adamının portresidir. Eğer Taha gerçekten 1853 tarihinde öldü ise Onun bu meclise üye olarak girmiş bulunması mümkün değildir. Çünkü Mebusân Meclisi ilk kez  

2)Palulu Şeyh Said ve Cemaati; Bu şahıs, Ankara’da dönemin derin devleti tarafından organize edilen bir komplo senaryosunda, meselenin farkına varmadan adeta bir figüran olarak rol aldı ve  29 Haziran 1925 Pazartesi sabahı 47 yandaşı ile birlikte Diyarbakır’da idam edildi. Ondan sonra kendisini ve cemaatini Oğlu Ali Rıza temsil etti. Politikacılardan Abdulmelik Fırat ve Fuat Fırat bu şahsın torunları Olurlar. Erzurum, Bingöl, Elazığ interlandında Septioğulları adıyla tanınan ünlü bir sülaleden gelirler. Halen geniş bir tarikat muhitleri vardır. Bu muhiti mistik planda temsil eden Şeyh Muhammed Emin’dir.

3)Arvasiler: Bunlar Kürtleşmiş Arap kökenli, geniş bir Nakşibendi site ailesidir. Politikacı Kamran İnan’ın büyük babası Gaydalı Sıbgatullah Arvasi bu ailenin, Cumhuriyetten önceki temsilcisidir. Cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul’a gelip yerleşen Abdülhakim Arvasi, Hüseyin Hilmi Işık ve Necip Fazıl Kısakürek gibi iki becerikli kişiyi oldukça etkilemiş ve bu sayede büyük bir ün kazanmıştır.

4)Tağiler Ailesi: Bitlis’in Norşin ilçesinde kurulan ve 1800’lerin ortalarından beri çok kalabalık bir site olarak varlığını sürdüren bu aile, son yıllarda dağıldı. Bir ara Bitlis Milletvekili olarak meclise giren Muhittin Mutlu bu ailenin çocuğudur. Kürt kökenli Tağiler, oldukça gelenekçi bir Nakşibendi merkezi olarak faaliyetlerini sürdürdüler. Bu aile Arvasilerin temsilcileridir.

5)Küfreviler: Bu ailenin şeyh sıfatıyla son temsilcisi Kasım Kufralı ( ya da Küfrevî) idi. Bu şahıs Aslen Siirt’in Şirvan (Eski adıyla Kufra) ilçesinden Kürt kökenli Muhammed Küfrevî’nin torunudur. Şeyh Abdulbaki’nin oğludur. Demokrat Parti’den Ağrı Milletvekili orak Meclise girmiştir. Günümüzde hayatta değildir ve halefi yoktur.

6)Süleymancılar: Bunlar, Süleyman Hilmi Tunahan’ın bağlılarıdır. Yıllar önce İmam-Hatip okullarına karşı çetin bir savaş verdiler. Daha çok Kur’an ezberlettirme amacıyla örgütlendiklerini ön plana çıkararak esas faaliyetlerini örtülü şekilde sürdürmeye çalıştılar.

7)İskender Paşalılar: Bunlar, Mehmet Zahit Kotku’nun bağlılaıdır. İlk yıllarda Dağıstanlılar olarak yapılanan bu cemaat, daha sonraları karma bir liberal, muhafazakâr entelektüel çevreye dönüşmüştür. Son yıllarda bu şahsı ve cemaatini Mahmud Esad Coşan  temsil etmiştir.

8)Darendeli Osman Hulusi’nin cemaati. Bu şeyh ve cemaati fazla ünlenmemiştir.

9)Ahıskalı Ali Haydar’ın cemaati. Son yıllarda bu şahsı ve cemaatini Mahmud Ustaosmanoğlu temsil etmiştir. Bu cemaatin merkezi, İstanbul’da Draman mevkiindeki İsmailağa Camiidir.

10)Şeyh Said Seyda el-Cezeri. Cizreli Şeh Sayda olarak ünlenen bu şahıs, Güneydoğu’da tanınan Zengân Kürt aşiretine mensuptur. Şu anda onu, İstanbul-Küçükyalı’da oturan oğlu Ömer Faruk temsil etmektedir. Güneydoğuda ve İstanbul’da bir miktar müritleri vardır.

11)İsmail Hakkı Ehramcıoğlu. Bu şahıs 1960’larda Sivas, Tokat ve Amasya havalisinde bir muhit kazanmıştı. Propagandistleri pek başarılı olamadıkları için, son yıllarda bu kişiye bağlı cemaat sönmeye yüz tutmuştur.

12)Zilanlılar: Bu aileyi, yakın geçmişe kadar Kasım Zeylan adında bir kişi temsil ediyordu. Diyarbakır civarında faaliyet gösteren bu şahıs Şeyh Halid-i Zili’nin torunudur. Bir ara İstanbulda’ Sankiyedim Camii eski imamı Mehmet Emin aracılığıyla bir muhit kazanmıştı. Kasım Zeylan öldükten sonra, kendisini oğlu Abdulkerim Zeylan temsil etti. Abdülkerim Zeylan, bir dönem milletveklliği de yaptı. İstanbul’daki temsilcisi, Mehmet Emin öldükten sonra Zeylanların buradaki cemaati sönmüştür. 

13)Hazinoğulları: Bu aileyi, yakın geçmişte ölen, Muhammet Musa Kâzım temsil ediyordu. Bu şahıs, Arap kökenli Siirt’li Şeyh Muhammed el-Hazin el-Haşimî’nin torunu ve Milis Generali Şeyh Şerafeddin’in’in oğludur. Bu aileye bağlı cemaatin hemen tamamı Kürttür ve çok dağınıktır. Müritleri, daha çok Siirt Bitlis, Ankara, Bursa ve İstanbul’da bulunmaktadırlar. Aileyi ve cemaati bugün ciddi anlamda temsil eden biri yoktur. 

14)Yahyalı Cemaati: Kayseri civarında faaliyet gösteren bu merkezi, Ramazan Dinç adında ilahiyatçı bir Nakşibendi şeyhi yönetmektedir. Bu cemaat fazla açılamamıştır. 


15)Mahmut Sami Ramazanoğlu Cemaati: Bu merkezi, son yıllarda Musa Topbaş adında bir tüccar yönetiyordu. Merkezleri Erenköy’de olan bu cemaat daha çok ticaret erbabından oluşmaktadır.

16)Akfırat Cemaati: Tuzla'nın Akfırat Beldesi'nde faaliyet gösteren bu merkezin şeyhi, geçen yıl bir skandala konu olan Yaşar Yılmaz adında bir kişidir. Olay medyada geniş yankı uyandırmıştır.


17)Derin Sofular Cemaati: Fısıltı gazetesinde, Derin devletle işbirliği içinde olduğu ileri sürülen ve bu lakapla anılan cemaat, Ömer Öngüt adında bir kişi tarafından yönetilmektedir. Sakarya’da konuşlandırılan ve İstanbul’da Hakikat Neşriyat adı altında yayın yapan bu merkez, rejime muhalif olan Nakşibendiler karşı şiddetli bir savaş sürdürmektedir. 

--------------------------------------
Cumhuriyetin ilânından günümüze kadar Türkiye’de Nakşibendi tarikatını yaymaya çalışan kişi ve aileleri, bunların etrafında oluşmuş cemaat ve odakları, önce özet olarak şöyle sıralayabilirim:

Ferit AYDIN

     Araştırmacı – Yazar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder