Şimdi işte bu tarikatın
Türkiye’deki seyri üzerinde duracağız.
Yaklaşık son 200 yıldır, bu
tarikatın «Doğu» ve «Güneydoğu» bölgemizde öncülüğünü yapmış
bulunan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim ve bu tarikatın atmosferi
içinde yetiştim. Aynı zamanda 1969-1976 yılları arasında tam icazetli mutlak
bir halife sıfatıyla bu tarikatın meşihat makamında bulundum.
Onun için bugün, üzerinde
konuşacağımız tarikat hakkında en yetkili bir ağızdan bilgi alacağınızı
bilhassa hatırlatmak istiyorum.
Aslında bu tarikatın öğretisi,
tarihsel süreçleri ve geçirdiği evrimler hakkında çok ayrıntılı bilgiler
vererek sizi olabildiğince aydınlatmak isterim. Ancak bunu birkaç saate
sığdırmanın mümkün olamayacağını sizde takdir edersiniz. Onun için bu
sohbetimizde, Nakşibendiliğin, sadece Cumhuriyet tarihi boyunca kaydettiği
seyir ve bu süre içinde bıraktığı bazı etkiler üzerinde durmakla yetineceğiz.
Değerli arkadaşlar,
Toplumumuzun inançları,
düşünceleri ve psikolojisi üzerinde derin izler bırakmanın yanı sıra, özellikle
İslam’ı aşındırmada –hatta diyebilirim ki yeni kuşaklarımızın İslam’la
tanışma fırsatını elde edememeleri noktasında- Nakşibendi Tarikatı çok
büyük bir rol oynamıştır! Bu nokta, biraz sonra yapacağım açıklamaların
ardından, sanırım çok daha iyi anlaşılacaktır. Fakat size bu konuda çok ayrıntılı
bilgi vermem için ne yazık ki vaktimiz ve içinde bulunduğumuz şartlar müsait
değildir.
Yine derin bir üzüntü ile
belirtmeliyim ki halkımız tarih boyunca bir türlü İslamlaşamadığı için,
ülkemizde bugün mükemmel düzeyde evrensel Kur’ânî kültüre sahip bir topluluk
bulunmamaktadır. Büyük hatalar sonucu ta 1000 yıl kadar önce İslam’ı «Müslümanlık»
olarak algılayan İranlıların bu isim altında ürettikleri yapay ve temelsiz din
anlayışları yüzünden halkımız Kur’an’daki İslam’ı tanıma fırsatını halâ
bulamamıştır. Bu nedenle Hz. Muhammed’in Allah’tan aldığı vahyin ışığında
tebliğ ettiği İslam’a, Türkiye halkları henüz epeyce yabancıdır.
İranlılar, Vasat Ümmetin (ve
tabiatıyla Hz. Ali’nin de) izlediği orta yolu bırakıp, nasıl ki vaktiyle
Şiilik adı altında bir anlayış geliştirerek bunun üzerinde ısrar ettiyseler
Türkler de tıpkı onlar gibi birer ırkçı din anlayışı olan Hanefizm ve
Nakşibendilik üzerinde ısrar ederek İslam’ı daima mistik biçimlerde anlamaya
kendilerini zorladılar. Bu sebeple onlara Kur’an’ın aydınlık penceresinden
hitap etmek şu ana kadar pek mümkün olamamıştır. Dolayısıyla tarih boyunca
İslam adına ortaya çıkmış olan tarikatların, -özellikle Nakşibendiliğin-
içyüzü hakkındaki gerçekleri bütün çıplaklığı ile anlatmak bugün bir cesaret
işidir.
Şirk batağına saplanmış bulunan
bugünkü dünya insanlarından çok farklı olduklarına inandığım siz seçkin
mü’minleri tenzih ederek Bütün engellere ve tehlikelere rağmen bu duyarlı
konuya artık şimdi girmek istiyorum.
Yapacağım açıklamalardan bir
bütünlük içinde ve azamı derecede faydalanabilmeniz için önce bu tarikatın
anatomisi hakkında size özet bir bilgi paketi sunmayı uygun buluyorum; hatta
bunu zorunlu görüyorum. Çünkü bu akımın, kaynağı, tarihi, felsefesi ve amaçları
hakkında –geçmişe yönelik- herhangi bir bilgi eksikliği, onun günümüzde
sergilediği yanıltıcı dış dekorunu masum gibi görmeye neden olabilir.
Nakşibendi Tarikatı hakkındaki
bütün bilgileri kronolojik olarak özetleyen dokuz ana başlık şöyle
sıralanabilir:
1) Tarikatın Kurucuları Ve İlk Ünlüleri
2) Nakşibendi Tarikatının Kaynakları
3) Nakşibendi Tarikatının İlkeleri, Felsefesi ve
Amaçları
4) Tarikatın Hiyerarşik Zinciri Silsile-i Sâdât
5) Nakşibendi Tarikatında Râbıta ve Râbıtanın
tarihsel süreçleri (ki 3 süreci vardır)
6) Osmanlı Toplumunun Nakşilikle Tanışması
7) Halid Bağdadi İle Başlayan
(Neo-Nakşibendîlik süreci)
8) Cumhuriyet Türkiye’sinde Nakşibendilik Hareketi
9) Nakşibendiliğin Türkiye Halkı üzerinde bıraktığı
Sosyal Ve Toplumsal Etkiler
Bubaşlıklar da eğer hareket
ederlerse gerek araştırmacılar ve fikir adamları, gerekse bu konuda bilgisini
ve kültürünü genişletmek isteyenler, Nakşibendi Tarikatı hakkında daha deli
toplu bilgilere ulaşabilirler.
Biz bu başlıklardan bugün sadece
son ikisini biraz irdelemeye çalışacağız. Yani Cumhuriyet Türkiye’sinde Nakşibendilik
hareketi ve bu tarikatın Türkiye halkı üzerinde bıraktığı sosyal ve toplumsal
etkiler üzerinde duracağız. Ancak Nakşiliğin cumhuriyet tarihindeki seyrini net
bir şekilde izleyebilmemiz için biraz daha geriye gitmek zorundayız. Yani
konunun kuşattığı olayları daha iyi kavrayabilmemiz için tarikatın, Halid
Bağdadi’den bu yana sürdürdüğü gelişmeyi izlememiz daha doğru olur
kanısındayım.
Sözde bu tarikat, Hz. Ebubbekir tarafından
kurulmuştur. Ondan sonra yedi yüz yıl boyunca (Sıddıyqıyye, Tayfûriyye,
Khuwâcegâniyye) gibi birkaç isim daha değiştirmiş, nihayet milâdî
1350’lerde Muhammed Bahaeddin Buhârî adında bir rûhânî tarafından
Nakşibendi Tarikatı diye yeniden isimlendirilmiştir. Fakat bu söylentileri
belgelemek, şöyle dursun, Muhammed Bahaeddin Buhârî adında birinin
yaşadığına ilişkin bir kanıt bile bulunmamaktadır. Tarikatın ilk kaynağı olan Raşahât
adlı kitapta her ne kadar bu adama ait kısa bir biyografi bulunmakta ise de,
kitabın Farsça yazıldığı ileri sürülen orijinal nüshası bulunmamaktadır. Ayrıca
tarikatın hiyerarşik zinciri hakkında bizzat Nakşi şeyhleri tutarsız ve
çelişkili bilgiler vermektedirler. Dolayısıyla bu tez, bilimsel bir temelden
tamamen yoksundur.
Aslına bakılırsa Osmanlı toplumu,
ancak Yavuz Sultan Selim zamanında bu tarikatla tanışmıştır. O günlerde,
Abdullah-ı İlâhî adında bir kişi bu tarikatın propagandasını
üstlenmiştir. Bu şahıs Kütahyalıdır. Fakat bir ara Türkistan’a giderek
Nakşibendi şeyhlerinden (sözde hiyerarşik zincirin 18’inci sırasında yer
alan), Ubeydullah-ı Ahrar’a bağlanmış ve dönerek İstanbul’da bir
süre Zeyrek Camii’nde faaliyet göstermiştir. Ancak daha sonra Selanik
yakınlarında bulunan Vardar Yenicesine giderek faaliyetini orada devam
ettirirken 1491 yılında aynı yerde ölmüştür. Ondan sonra yerine geçen Haydar
Baba adında bir kişi, Kanûnî döneminde İstanbul’da, Eyüp’te bu işi
üstlenmiş ve öldüğü 1587 yılına kadar bu tarikatı yaymaya çalışmıştır. Ancak bu
iki kişinin çabaları Nakşibendiliğin
Osmanlı ülkesinde tutunmasını sağlayamamıştır.
Bu tarihten sonra 1800’lerin başına kadar Osmanlı ülkesinde
Nakşibendiliğin hemen hemen hiçbir izine rastlanmamaktadır.
Bu tarikatı, günümüzdeki kalıbıyla ve uygulamasıyla yeniden
şekillendiren Halid Bağdadi’dir. Bu şahıs 1778-1826 yılları
arasında, İkinci Sultan Mahmut döneminde yaşamış Irak Kürtlerinden
bir Osmanlı vatandaşıdır. 1810 yılında Hindistan’a gidip bir yıl sonra
dönmüş, orada aşılandığı –Budist İslam sentezinden ibaret- düşünce ve
inanışları Ortadoğu’ya taşıyarak, Osmanlı ülkesinin dört bir bucağına bunları
yaymaya çalışmıştır. Saray ve hükümet çevrelerinde, ilk önceleri Halid
Bağdadi’nin faaliyetlerinden rahatsızlık duyulmuş ise de onun Osmanlı iç
siyasetinde özellikle Vahhabilere karşı verilen mücadelede resmi
ideolojiyi desteklediği görülünce ödüllendirilmiş ve Nakşibendiliğin yayılması
için bütün devlet imkânları seferber edilmiştir. Bu cümleden olarak; (Said
Paşa, Davud Paşa, Hâlet Efendi, Şeyh Maruf El-Berzenci, Osman Hayaî Bey, Şeyh
Mahmud b. Abdilcelîl El-Mûsılî, Abdulvahhab es-Sûsi ve Şeyh Hamdi Dağıstânî) gibi
Halid Bağdadi’nin bütün karşıtları ağır şekilde cezalandırılmış,
bunların kimisi idam edilerek, kimisi de sürülerek, Neo-Nakşibendiliğin
önündeki bütün engeller bizzat devlet eliyle kaldırılmıştır.
Devletin verdiği bu destek, ülkenin
içinde bulunduğu ağır şartlara rağmen Halid Bağdadi’den sonra da
Cumhuriyet ilân edilinceye kadar bütün hızıyla devam etmiştir. Bu sayede adeta
dinazorlaşan Nakşibendilik, başta Mevlevilik, Rufailik, Kadirilik
ve Halvetilik olmak üzere Osmanlı ülkesinde yaygın olan irili ufaklı
bütün tarikatlara galebe çalmış, onları bastırarak muhitlerini daraltmış,
birçoğunun hemen hemen sönmesine yol açmıştır.
Halid Bağdadi’nin Halidiyye
adı altında kurduğu Yeni Nakşibendilik akımı, 1811 yılından itibaren
Irak’ın kuzeyine doğru hızla yayılarak bugünkü Türkiye coğrafyasının önce
doğusunda ve batısında tutunmaya başlamıştır. Halid Bağdadi henüz
hayattayken Diyarbakır, Mardin, Siirt, Bitlis, Van, Hakkari, Ağrı,
Erzurum ve Erzincan halkı tamamen Nakşibendileşmiştir. İlk dönemde
Nakşibendiliği Doğu Anadolu’da Halid Bağdadi adına temsil eden ve bu
tarikatı yayan kişi, Hakkarili Taha’dır. İstanbul’a ise bu tarikatı ilk kez taşıyan Bağdadi’nin
maceracı temsilcilerinden Musullu Abdulvahhab es-Sûsî’dir. Ne var ki bu
adam, Şeyhini devre dışı bırakarak kendini ön plana çıkarma çabaları içine
girince gözden düşmüş, şeyhi tarafından tart edilmiş ve daha sonra II.
Mahmud’un fermanıyla Medine’de, Şeyh Hamdi Dağıstanî adındaki bir
arkadaşıyla birlikte ölünceye kadar göz hapsinde tutulmuştur. Gerek Abdulvahhab
es-Susî, gerekse Bağdadi’nin öbür karşıtları tarafından
Nakşibendiliğe ve Bağdadi’ye karşı yazılmış bütün kitaplar, risaleler ve
mektuplar toplanarak imha edilmiştir. Bu kitaplardan yalnızca Şeyh Mahmud
el-Celili’nin yazdığı El-Budûr’ul Celiyye adlı kitabın iki
nüshasının son yıllarda bulunduğu söylenmektedir. Bu kitabın çok önemli olduğu
kanısındayım. Fakat ne yazık ki bu kitaba henüz ulaşmış değilim.
Abdulvahhab Susi’den sonra
bu tarikatı İstanbul’da İsmet Garibullah ve Gümüşaneli Ahmed
Ziyaüddin adında iki şeyh yaymaya çalışmışlardır. Daha sonraları bu tarikat
hem Anadolu’da hem de balkanlarda Sünni kalabalıklar arasında yayılmış ve öbür
bütün tarikatların etkilerini zayıflatmıştır.
Birinci dünya savaşının ülkede
neden olduğu perişanlığa rağmen, bu tarikat, savaştan hemen sonra yeniden atağa
geçerek, kaldığı yerden devam etmiştir. Halkın, savaş yorgunluğunu biraz atarak
hissedilir bir sükûnet içine girdiği 1920’lerden sonra Nakşibendi saflarında
yeniden hızlı örgütlenmeler başlamıştır. Doğu Anadolu’da vaktiyle çok canlı
tekkelere ve geniş muhitlere sahip bulunan bütün kadiri şeyhleri, bu gelişme
karşısında erimemek ve bir kenara itilmemek için cemaatleriyle birlikte
Nakşibendi tarikatına geçmişlerdir. Bu tarikat değiştirme modasının iki
İstisnası olan Siirt’in Tillo ve Teylan Şeyhleri
Kadiriliği yakın geçmişe kadar bırakmamış, ancak bu iki aile de çok kısa zaman
içerisinde önemlerini yitirmiş ve erimişlerdir.
Bir Nakşibendilik ülkesi olan Türkiye’de bu tarikatın
günümüzde önemli birçok merkezleri vardır. Tarikatlar yasaklı olmalarına rağmen
bu merkezler çok canlı ve hareketli biçimde faaliyetlerini sürdürmektedirler.
Hatta bunlardan bazıları derin devletin desteğinde resmi ideolojiye büyük
hizmetlerde bile bulunmaktadır. Bunlardan bazıları, yalnızca cemaat şeyhinin
adıyla, bazıları ise bulunduğu mekânın adıyla ünlenmiştir.
Cumhuriyetin ilânından günümüze
kadar Türkiye’de Nakşibendi tarikatını yaymaya çalışan kişi ve aileleri,
bunların etrafında oluşmuş cemaat ve odakları, önce özet olarak şöyle
sıralayabilirim:
Türkiye’de başlıca 17 Nakşibendi Merkez ve cemaati
vardır, bunların adları Şöyledir:
1)Nehri
Şeyhleri: Bunların
başı Hakkarili Tahâ’dır. Doğum tarihi bilinmeyen bu şahsın, ölüm
tarihine ilişkin bilgiler de çelişkilidir. Bu aileye bağlı Arvasiler grubunun
önemli temsilcilerinden olan Işıkçı Nakşibendiler, yayınladıkları birçok
ansiklopedi ve kitapta bu kişiye olağan üstü önem vererek onu adeta göklere
çıkarmışlardır. Ancak bu örgütün yayınları arasında Taha’nın gerçek
hayatını aydınlatan hemen hiçbir bilgiye rastlanmamaktadır. Taha’nın
1853 tarihinde öldüğüne ilişkin verdikleri bilgi hakkında kuşku uyandıran bazı
kanıtlar bulunmaktadır. Örneğin, Meclis-i Mebusân (Osmanlı Parlamentosu)
albümünde, altında Hakkari Mebusu Seyit Tâhâ diye yazılı bir fotoğraf
bulunmaktadır. Bu resim kavuklu, cüppeli bir din adamının portresidir. Eğer
Taha gerçekten 1853 tarihinde öldü ise Onun bu meclise üye olarak girmiş
bulunması mümkün değildir. Çünkü Mebusân Meclisi ilk kez
2)Palulu Şeyh Said ve Cemaati; Bu şahıs,
Ankara’da dönemin derin devleti tarafından organize edilen bir komplo
senaryosunda, meselenin farkına varmadan adeta bir figüran olarak rol aldı
ve 29 Haziran 1925 Pazartesi sabahı 47 yandaşı ile birlikte
Diyarbakır’da idam edildi. Ondan sonra kendisini ve cemaatini Oğlu Ali Rıza
temsil etti. Politikacılardan Abdulmelik Fırat ve Fuat Fırat bu
şahsın torunları Olurlar. Erzurum, Bingöl, Elazığ interlandında Septioğulları
adıyla tanınan ünlü bir sülaleden gelirler. Halen geniş bir tarikat muhitleri
vardır. Bu muhiti mistik planda temsil eden Şeyh Muhammed Emin’dir.
3)Arvasiler: Bunlar Kürtleşmiş Arap kökenli, geniş bir Nakşibendi site
ailesidir. Politikacı Kamran İnan’ın büyük babası Gaydalı
Sıbgatullah Arvasi bu ailenin,
Cumhuriyetten önceki temsilcisidir. Cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul’a
gelip yerleşen Abdülhakim Arvasi, Hüseyin Hilmi Işık ve Necip Fazıl Kısakürek gibi iki becerikli kişiyi oldukça etkilemiş ve bu sayede
büyük bir ün kazanmıştır.
4)Tağiler Ailesi: Bitlis’in Norşin ilçesinde kurulan ve 1800’lerin
ortalarından beri çok kalabalık bir site olarak varlığını sürdüren bu aile, son
yıllarda dağıldı. Bir ara Bitlis Milletvekili olarak meclise giren Muhittin
Mutlu bu ailenin çocuğudur. Kürt
kökenli Tağiler, oldukça gelenekçi bir Nakşibendi merkezi olarak faaliyetlerini
sürdürdüler. Bu aile Arvasilerin temsilcileridir.
5)Küfreviler: Bu ailenin şeyh sıfatıyla son temsilcisi Kasım Kufralı ( ya da
Küfrevî) idi. Bu şahıs Aslen Siirt’in Şirvan (Eski adıyla Kufra) ilçesinden
Kürt kökenli Muhammed Küfrevî’nin torunudur. Şeyh Abdulbaki’nin oğludur.
Demokrat Parti’den Ağrı Milletvekili orak Meclise girmiştir. Günümüzde hayatta
değildir ve halefi yoktur.
6)Süleymancılar: Bunlar, Süleyman Hilmi Tunahan’ın
bağlılarıdır. Yıllar önce İmam-Hatip okullarına karşı çetin bir savaş verdiler.
Daha çok Kur’an ezberlettirme amacıyla örgütlendiklerini ön plana çıkararak
esas faaliyetlerini örtülü şekilde sürdürmeye çalıştılar.
7)İskender Paşalılar: Bunlar, Mehmet Zahit Kotku’nun
bağlılaıdır. İlk yıllarda Dağıstanlılar olarak yapılanan bu cemaat, daha
sonraları karma bir liberal, muhafazakâr entelektüel çevreye dönüşmüştür. Son
yıllarda bu şahsı ve cemaatini Mahmud Esad Coşan temsil etmiştir.
8)Darendeli Osman Hulusi’nin cemaati. Bu şeyh ve cemaati fazla
ünlenmemiştir.
9)Ahıskalı Ali Haydar’ın cemaati.
Son yıllarda bu şahsı
ve cemaatini Mahmud Ustaosmanoğlu temsil etmiştir. Bu cemaatin merkezi, İstanbul’da
Draman mevkiindeki İsmailağa Camiidir.
10)Şeyh
Said Seyda el-Cezeri. Cizreli Şeh Sayda olarak ünlenen bu şahıs, Güneydoğu’da
tanınan Zengân Kürt aşiretine mensuptur. Şu anda onu, İstanbul-Küçükyalı’da
oturan oğlu Ömer
Faruk temsil etmektedir. Güneydoğuda ve İstanbul’da bir miktar
müritleri vardır.
11)İsmail
Hakkı Ehramcıoğlu. Bu şahıs 1960’larda Sivas, Tokat ve Amasya havalisinde
bir muhit kazanmıştı. Propagandistleri pek başarılı olamadıkları için, son
yıllarda bu kişiye bağlı cemaat sönmeye yüz tutmuştur.
12)Zilanlılar:
Bu aileyi, yakın geçmişe kadar Kasım Zeylan adında bir
kişi temsil ediyordu. Diyarbakır civarında faaliyet gösteren bu şahıs Şeyh Halid-i Zili’nin
torunudur. Bir ara İstanbulda’ Sankiyedim Camii eski imamı Mehmet Emin
aracılığıyla bir muhit kazanmıştı. Kasım Zeylan öldükten
sonra, kendisini oğlu Abdulkerim
Zeylan temsil etti. Abdülkerim Zeylan, bir dönem
milletveklliği de yaptı. İstanbul’daki temsilcisi, Mehmet Emin öldükten
sonra Zeylanların buradaki cemaati sönmüştür.
13)Hazinoğulları: Bu aileyi, yakın geçmişte ölen, Muhammet
Musa Kâzım temsil ediyordu.
Bu şahıs, Arap kökenli Siirt’li Şeyh Muhammed
el-Hazin el-Haşimî’nin torunu ve
Milis Generali Şeyh Şerafeddin’in’in oğludur. Bu aileye bağlı cemaatin hemen tamamı
Kürttür ve çok dağınıktır. Müritleri, daha çok Siirt Bitlis, Ankara, Bursa ve
İstanbul’da bulunmaktadırlar. Aileyi ve cemaati bugün ciddi anlamda temsil eden
biri yoktur.
14)Yahyalı Cemaati: Kayseri civarında faaliyet gösteren bu
merkezi, Ramazan Dinç adında ilahiyatçı bir Nakşibendi şeyhi
yönetmektedir. Bu cemaat fazla açılamamıştır.
15)Mahmut Sami Ramazanoğlu Cemaati: Bu merkezi, son yıllarda Musa Topbaş
adında bir tüccar yönetiyordu. Merkezleri Erenköy’de olan bu cemaat daha çok
ticaret erbabından oluşmaktadır.
16)Akfırat Cemaati: Tuzla'nın Akfırat Beldesi'nde faaliyet gösteren bu merkezin şeyhi, geçen
yıl bir skandala konu olan Yaşar Yılmaz adında bir kişidir. Olay medyada geniş
yankı uyandırmıştır.
17)Derin Sofular Cemaati: Fısıltı gazetesinde, Derin devletle
işbirliği içinde olduğu ileri sürülen ve bu lakapla anılan cemaat, Ömer
Öngüt adında bir kişi tarafından yönetilmektedir. Sakarya’da
konuşlandırılan ve İstanbul’da Hakikat Neşriyat adı altında yayın yapan bu
merkez, rejime muhalif olan Nakşibendiler karşı şiddetli bir savaş
sürdürmektedir.
--------------------------------------
Cumhuriyetin ilânından günümüze
kadar Türkiye’de Nakşibendi tarikatını yaymaya çalışan kişi ve aileleri,
bunların etrafında oluşmuş cemaat ve odakları, önce özet olarak şöyle
sıralayabilirim:
Ferit AYDIN
Araştırmacı – Yazar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder